Ayasofya Bir Semboldür
Kudret Emiroğlu
Araştırmacı-Yazar
Ayasofya bilgeliğin aziz olduğunun sembolüdür.
Tarihi sadece bir fetihler ve karşı fetihler tarihi olarak okuyanların, biz ve onlar diye anlayanların, "onlar"a erişemediğinde, kendi içinde "onlar" yaratarak sadece sembolleri sembol kılabilmek için insanları "insanlığın tarihi" bilgisinden yoksun bırakanların, bilgeliğinden değil, nefretinden, aynada kendi yüzüne bakamamasından söz edilebilir...
Bunun örneği, Afganistan'da Hazreti Ömer'in yıkmadığı devasa Buda heykellerini İslam adına yıkan Taliban zihniyetidir. Dünyayı, İslam adına konuştuğunu iddia ederken "ehl-i davet" değil, "ehl-i harp" olarak görenlerin ve en büyük cihadın nefis kalesini yıkmak olduğunu söyleyen atalarımızın bilgeliği yerine, her türlü aracı mubah görenlerin zihniyeti... Afganistan'a İslam'ın girip, yüzlerce yıldan beri Buda heykellerine dokunmayan İslam geçmişini ve bilgeliğini tekfir edenlerin zihniyeti...
Sembol, bir biçimin gösterdiğinden fazla değer taşıdığına inanmaktır. Bilgelik, sembolleri paralayarak içindeki gizli insana ulaşmayı hedefler... İnsan, bütün yaptıkları ve ettikleriyle bize bizim maceramızı anlatan, hepimizin ortak ve birbirine ait bir sahnede olduğumuzun bilgeliğine ulaşan kişi... İnancına insanların doğuştan eşitliğini ibret aynası kılan ve sembollerin, eşitliği, insanlığı, bilgeliği saklayan birer put olduğunu anlayan bilgelik...
Çocuklarımıza bizim çocuklarımız, bizim, hepimizin toprağımızın çocukları olmanın övüncünü vermenin temeli, tarihimizin insanlığın ezeliyetinden ebediyetine giden bir akışta birer damla oldukları bilincini, vicdanını, sorumluluğunu ve onurunu vermekten geliyor. Bu vicdandır ki en yakınından başlayarak bütün insanlığa uzanabilecek bir sevgiyi, göreneğe dönüştürmenin bilgeliğini yüzlerce yıl bu topraklarda yaşatabilmiş... Bu saygının en güzel abidelerinden biri, Ankara'da Hacı Bektaş Veli'nin yüzlerce yıldır sırt sırta dayandığı Ogüst Mabedi'dir.
Çocuklarımıza vereceğimiz en iyi eğitim, bu saygının gözle görünen tarihi yapılarıdır. Kurumsallaşma, şehirleşme yani medeniyet dediğimiz bilinç durumu, taştan geçer. Göçebelerin kendi yapıp kendi yedikleri helvadan putlar değil, Buda'nın taş heykelleri bir başka medeniyetin, bir başka insan halinin, bir başka vicdan hikayesinin okullarıdır.
Bunun içindir ki tarihi şehirler, çocuklarının yalnız tarih kitaplarına değil, tarihi yapılara, abidelere sahip olduğu şanslı yerlerdir. Çocuklar bunların ezeli emanetler olduğunu ne kadar anlarlarsa, tarih bilinci ve bütün insanlığa yani medeniyete ulaşacak biz, öz saygısı o kadar artar.
Trabzon, uğradığı bütün yıkımlara karşılık, yüzlerce yıla giden geçmişiyle Ayasofya'ya sahip olmakla her zaman övünebilir. Gözle görünen bu tarihin bize öğrettiği, mülkiyetin kutsallığını aşan bir bilince sahip olmanın güzelliğidir. Yoksa dedemizin evinin anıtlar kurulunca 'eser' ilan edilmesinin, biz fakir torunlara zulümden başka ne faydası olabilir?
Eğer tarih bilgisinden ve 'anıt eser'den, böyle bir bilinci yaratmakta fayda bekleniyorsa, bunun mülkiyet hukukunu ve kıskanç ve dar aidiyet duygusunu aşması gerekmektedir. Yoksa bu durum, kendi inancını putlaştırmak olur ki, bu bilgeliğin değil bilginin dahi konusu olamaz. Yani inanç alanından bir benzetmeyle, ilkel bir kavmiyetçilik yaparak, yeni Müslüman olmuş bir kimseyi küçümsemek gibi... Aileden-toplumdan öğrenilen örfü, reşit bir kimsenin iradi seçimine üstün tutmak yani... Yani Sırat Köprüsü'nü mahalle kahvesinde kurmak... Bu ülkede, kimlikler üstünden siyaset o dereceye varmıştır ki, bir diyanet işleri başkanının dedesinin Ermeni olduğu bile bir suçlama olarak söylenebilmiştir. Bunun cevabı şöyle olmuştu: "Hazreti Ömer de dönmeydi."
Trabzon tarihinin dünya çapında bilinç ve vicdan aynası olan-olabilecek Ayasofya'yı cami yaparak, Osmanlı fetih hukukunun gereğini yerine getirdiğini sananlar ve müze olarak kalmasını savunanlara fetih hukukunun haşa zımnisi olarak bile saygı göstermeyerek, iftira ederek, kendilerinden ayrı tuttuklarını unutabilenler, çocuklarımıza ve bütün toprakdaşlarımıza öğrettikleri-gösterdikleri örnekle bir inancın değil, haşa, bir siyasetin kavmiyet sembollerini savunduklarını anlasalar, bu çağda Ayasofya'yı müzeden camiye çevirmekle, yalnız kendilerini değil, sözde sahip çıktıkları atalarını da, "bir cami bile yapamamış bir dinin çocukları" derekesine düşürmenin çiğliğini de anlarlardı...
"Bize her yer Trabzon" diyebilenler, neden bize her yer cami, bu da birinci derecede tarihi eser, Ayasofya Müzesi diyemesinler... Ayasofya, bizim bu bilgeliğimizin sembolü olarak kalsın. Bilgelik ve doğruluk, zamanla, aktüaliteyle, siyasetle, fetih hukukuyla, her hangi bir hukukla, sembollerle yarışa girmez. Bilgeliği dokunulmaz yapan, dokunulmazlık kanunu değildir; kendisini başkasının, her zaman ve mekanının insanının yerine koyabilmenin örneklerini, müzeleri, heykelleri, resimleri, müziği, Değirmen Deresi'ni, Şolma Yaylası'nı, Kadırga'nın doruğunu severek sevdirmesini bilmesidir. Yaratıldığı gibi yaşatmaktır. Bilgelik azizdir. Kimseyi anlamaz sanma, belki sadece sen anlaşılmadığını sanmaktasındır; bırak bu bina, yüzyılların ötesinden, senin adına herkese seslensin. Çünkü böyle yaparsak, Ayasofya 24 saat bizim olur; zaman bizim olur. Orada namaz kılacağız diyenler, bunu Osmanlı hukuku sananlar, tövbe, tarihi din kılmasınlar. Hiç olmazsa Ayasofya'yı müze yapmakla gösterilen bilgeliği sürdürelim, balık anlamazsa hâlık anlar diyebilelim... Bu kadar modernist olmayalım, geleneğimize sahip çıkalım...