Anasayfa

TRABZON AYASOFYA MÜZESİ
Ayşe SEVİM
Trabzon Ayasofya Müzesi Müdürü

Bugün müze olarak kullanılan kilise, Trabzon'un batı girişinde, yol seviyesinden oldukça yüksek bir teras üzerinde inşa edilmiştir. Trabzon ve yöresinde aynı dönemde yapılan diğer dini yapılardan farklı bir konuma ve karaktere sahiptir. Bugün bile asıl kent merkezinin uzağında kalan kilisenin 13. yüzyılda kentin tamamen dışında inşa edilmesinin amacı neydi? Kilisenin hemen batısında, ondan ayrı bir kitle olarak yükselen 30 metrelik muazzam kuleyi, salt çan kulesi olarak düşünmek zor. Bazı araştırmacıların görüşlerine göre, bu alanda bir manastır vardı ve astronomi eğitimi de yapılan manastırda, kilise ve kule, kompleksin parçalarını oluşturuyordu. İşte böylesine yüksek bir kulenin, astronomi eğitimi için gerekli olan gök cisimlerini gözlemek amacıyla yapıldığı söylenebilir(1). Burada bir manastırın varlığı, bugün müze alanının içinde görülebilen bazı yapı kalıntılarıyla kanıtlanmıştır. Bu açıklamalar, yapının, kentin neden dışında yapıldığı sorusuna karşılık olabilir. Alanda başka yapılaşma olmadığı halde, manastırın diğer ünitelerinin neden günümüze ulaşamadığı da anlaşılamayan bir başka husustur. İçinde üç kat bölmesi bulunan kulenin üçüncü kat seviyesinden üstü sonradan yenilenmiştir. Manastırın fonksiyonu bitince, kulenin bir müddet balıkçı feneri olarak kullanıldığını, daha sonra çan kulesi işlevi gördüğünü, en son da minare olarak kullanıldığını öğreniyoruz.

Trabzon'da yaşayan çoğu kişi, Ayasofya adının anlamını, size hemen içtenlikle açıklayabilir: Kralın Sofya adındaki kızı kuleden atlayarak canına kıymıştır ve buna çok üzülen yakınları, "Ayy.. Sofya" diye feryat etmişlerdir. Gerçekte ise Ayasofya adı, Grekçe "kutsal" anlamına gelen "hagios" ve bilgelik anlamına gelen "sophos" köklerinin birleşimi olan ve "kutsal bilgelik" anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu ad, genellikle dini eğitim görülen yapılar için kullanılmıştır. Trabzon'daki Ayasofya'nın, İstanbul'da ilk kez 6. yüzyılda inşa edilen Bizans uygarlığının şaheser anıtı Ayasofya ile aynı adı taşımaktan başka hiçbir bağı yoktur.

İstanbul'dan kaçarak, akrabaları Gürcü Kraliçesi Tamara'nın da desteği ile Trabzon'da 1204 yılında ayrı bir krallık kuran ve Anadolu Selçukluları'na vergi ödeyerek varlıklarını yaklaşık 250 yıl sürdürebilen Komnenoslar, kentte birçok kilise ve manastır inşa ettiler. Ayasofya kilisesi, bunlar içinde özelliklerinin çoğunu koruyarak günümüze en iyi şekilde ulaşan tek yapıdır. Dikkatlice incelendiğinde, ünik pek çok özelliğe sahip olduğu görülür.

Yapı, kesit olarak, doğudaki apsisleri, batı, kuzey ve güneye revaklarla çıkıntı yapan üç girişi ile kare bir haç planı verir. Oldukça yüksek kasnaklı merkezi kubbesi, Kafkasya'daki (özellikle Gürcistan) kiliselere benzer. İçte, ikişer sütun dizisiyle ayrılmış üç nef, doğuda birer apsisle son bulur. Farklı yükseklikteki çatı, yerli kiremit kaplıdır.

Çok iyi bir taş işçiliğine sahip olan yapıda, Hıristiyan sanatının yanı sıra İslam sanatının etkileri de görülmektedir. En görkemli cephesi, güney girişidir. Burada, devşirme 2 Roma sütunu üzerindeki kemerle çatı arasında kalan yüzey, tamamen-çoğu kabartma tasvirlerle doldurulmuştur. Ortada, geniş yatay bir kuşak içinde, "yaratılış" konusu işlenmiştir. Sağdan sola gelişen sahnelerde, önce Adem'in yaratılışı, ardından Havva'nın yaratılışı (tahrip olmuş), Havva'nın yılan olarak temsil edilmiş Şeytan tarafından kandırılışı ve yasak meyveyi Adem'e verişi, yüksek kabartma olarak anlatılmıştır. Ortadaki büyük kemer açıklığının yarısına kadar gelişen bu sahneler cennette geçtiği için, pek çok ağaç ve dalla cennet sembolize edilmiştir. Kemerin solundaki sahnelerde ise bir melek, cennetin kapısını açarak Havva ile Adem'i kovmaktadır. Onların, cennetin dışında geçen üzgün ve pişmanlık dolu yaşamları ve en solda Kabil'in Habil'i öldürmesi sahnesi ile, anlatım kuşağı son bulmaktadır. Bu yüzde en üstte, çatı altındaki sağır kemerin kilit taşı üzerinde Komnenos Krallığı'nın amblemi olan kanatlarını açmış, kendine göre sola bakan bir kartal motifi vardır. Buradaki sağır kemerin üst kenarını, üzüm salkımı ve yaprağından oluşan, oldukça hoş, dar bir kabartma kuşağı dolaşır. Bu kuşağın her iki yanındaki yere bakan ucu, birer aslan başı çörtenle (su akarları) son bulmuştur. Üzüm salkımı ve asma dalı, çok eski dönemlerden beri Anadolu'da bolluk ve bereketi temsil eder. Kartal armasının hemen altında, yatay dikdörtgen bir pano içinde doldurma tekniği ile yapılmış, siyah zemin üzerine beyaz olarak nar dalları ve sırt sırta dönmüş iki güvercin motifi vardır. Bu panonun sağında, dikey bir pano üzerinde, aynı teknikle yapılmış çift kollu haç, solunda ise ne olduğu anlaşılamıyan, malzemesi dökülmüş başka bir pano bulunur. Güvercinli panonun tam altında dört yapraklı yonca formunda bir pencere açıklığı vardır. Pencerenin her iki yanındaki panolar kırmızı, sarı ve beyaz renklerde mozaiğe benzer yine dolgu tekniğinde geometrik süslemeler içerir. Sağdaki panonun ortasında bir hilal ve içinde 7 kollu yıldız göze çarpar. Hilalin uçları sağa dönüktür. Soldaki panonun üst ortasında daha küçük - bu sefer sola dönük-hilal ve yıldız bulunur. Bu motif, kilisenin inşasından 15 yüzyıl önce, merkezi Amasya olmak üzere Trabzon'u da içine alarak kurulan yerli devlet Pontos Krallığı'nın (M.Ö. 280-30) amblemidir. Bugün de bayrağımızdaki sembole çok benzer. Aynı yüzeyde, ayrıca tek tek serpiştirilmiş Yunan mitolojisine has kanatlı atlar ve insan başlı kuşlar da yer almaktadır. Büyük sağır kemerin her iki dış kenarında, yuvarlak madalyonlar içindeki alçak kabartmayı nefis Selçuklu süslemeleri ile birlikte ele aldığımızda, Ayasofya kilisesinin güney cephesinin Osmanlı dönemine kadar bir Trabzon kronolojisi verdiğini söylemek ya da Trabzon'da yaşayan uygarlıkların bir sentezidir demek, pek yanlış olmasa gerektir.

Trabzon'un Osmanlılar tarafından 1461 yılında fethinden epey sonra yapı camiye dönüştürülmüş, 1916 yılındaki Rus işgalinde ise cephanelik ve askeri hastane olarak kullanılmıştır. Rus işgalinin sona ermesiyle yeniden cami olarak kullanılan yapı, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün önerisiyle - cemaati bulunmadığı ve yüksek sanat eseri değeri taşıdığı gerekçesiyle - müzeye dönüştürülmek üzere restore edilmiştir. 1958-1962 yılları arasında 5 yıl süren titiz restorasyonda Türk uzmanlar yanında Edinburgh Üniversitesi'nin desteği ile İngiliz uzmanlar da görev almışlardır.

Binanın ikinci kez camiye dönüştürüldüğü yıllarda, Kuran-ı Kerim'den alınma bir ibarenin yazıldığı oval bir levha, güney girişteki tonozun iç yüzünde okunabilmektedir. Kuran'ın oldukça anlamlı bu evrensel mesajı şöyledir "Tüm mabetler Allah içindir. O halde Allah'tan başkasına iman etmeyiniz."

Yapının diğer cephelerini incelemeye geçtiğimizde, yine farklı ayrıntılarıyla karşılaşırız. Batı girişinin her iki yanında tamamen İslam sanatına has, mukarnaslı mihrabiyeler vardır. Burada yer alan sütunların başlıkları da devşirme olup, birisi korint tarzında yapraklı, diğeri ise sırt sırta dönmüş güvercin motiflidir. Güvercin motifli sütun başlığı, Venedikte St. Marko kilisesinde kullanılan bir dizi sütunla büyük benzerlik gösterir. Venedik'ten getirildiği söylentileri bulunmakla birlikte, bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değildir.

Yapı ile çağdaş olan tek sütun başlığı, kuzey girişindeki bir çift sütun üzerindekilerdir. Basit haç motifi ile bezeli bu başlıklar, oldukça sade bir işçilik gösterir. Belki de bu sadeliği dengelemek için olsa gerek, sütunların taşıdığı duvarın yüzeyinde yine çok güzel işçilikli, geometrik desenli iki Selçuklu madalyonu göze çarpar. Doğudaki apsislerin dış yüzeylerinde, ortadaki apsisin pencere üstü hizasına gelmek üzere basit işçilikli yatay bir silme kuşağı dolaşır. Büyük apsisin orta penceresinin üstüne rastlayan yerde, güney cephesinde olduğu gibi yine kabartma olarak bir kartal arması vardır. Bu cepheye daha dikkatli bir gözle bakanlar, yumuşak kesme taşların üzerinde kazınarak bazı yazı ve gemi desenleri yapılmış olduğunu fark edebilirler. Bu desenlerden pek çok kürekli ve yelkenli gemi modeli çıkarmak mümkündür. Bu marifet(!) ise ticaret amacıyla Trabzon limanına gelen Hıristiyan denizcilere aittir. Kiliseye ibadet için gelen her denizci, kadırgasının modelini çizerek, ismini ya da küçük mesajlarını anı olarak bırakmayı yeğlemiştir. Bazen bu mesajlar kuytu yerlerdeki fresklerin üzerinde de bırakılarak, sonraki tahribatlara öncülük etmiştir.

Yapının içi de tümüyle süsleme elemanlarıyla bezelidir. Kubbenin altına rastlayan döşemedeki mozaik çok iyi bir kaliteye sahip olup, birkaç farklı teknik bir arada kullanılmıştır. Tüm yan duvarlar, tonozlar ve kubbe zamanında tamamen fresklerle kaplanmıştı. Ne yazık ki, bunların çok az bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Freskler, batıdaki ilk giriş mekânında çok daha iyi korunmuştur. İç içe geçmeli dairesel motiflerden oluşan mozaik döşeme, bugün oldukça tahrip olmuş durumdadır. Teknik ve desen olarak benzerlerine İznik ve İstanbul'da rastlanabilir. Mozaikli panoların arasında Selçuklu işçiliği gösteren taş kabartma bir pano da bulunmaktadır. Döşemede 1850'li yıllarda görülen, bir kuşun bir tavşanı gagalamasını işleyen başka bir Selçuklu kabartması bugün Yunanistan'dadır.

Fresklerde oldukça kaliteli bir resim sanatı sergilenir. Sanatçıları bilinmemekle birlikte, Kafkasya'daki ekollerden birine ait olduğu sanılmaktadır. İstanbul'daki St. Kora Kilisesi'nin (Kariye Müzesi) freskleriyle büyük benzerlikler gösterir. Portre ve kompozisyon olarak yapılan çalışmalarda, İncil'den alınan kişi ve olaylara yer verilmiş ve mekanlara göre belli bir resim programı uygulanmıştır.

Arkeoloji biliminde temel öğreti, gözleme dayanır. Hocamız ilk derste, Latince bir özdeyişi benimsememizi istemişti. Türkçe karşılığı şuydu: "Bir kez bakan hiç görmez, bin kez bakan bir kez görür" Gerçekten, eski yapılara belki bin kez değil ama birçok kez bakmamiz gerekir, onlarda saklı duran değerleri tam fark edebilmek için. Basit kimliksiz gibi görünen pek çok yapı, derinlemesine gözlendiğinde söyleyecek pek çok mesajı olduğu algılanabilir. Her şeyden önce yapay değil, içtendir. Gerçek değerleri barındırır. Ve kim ne görmek istiyorsa, onu ya da ona yakın bır şeyleri bulabilir bir silmede, bir rozette, bir tonoz altında, bir kompozisyonda...

(1) 13. yüzyıl sonu 14. yüzyıl başlarında Trabzon Sarayı'nda hekimlik yayan Gregorios Khioniades, bir meslekdaşı ile İran'a giderek araştırmalarda bulunmuş, bazı farsça matematik ve astronomi kitaplarını Rumca'ya çevirmiştir. Ayrıca, "Persler'in Matematiği Üzerine Yorum" adında bir de kitap yazmıştır.