- « Önceki
- Sonraki »
H. Ertan Tokinan
sabâdan bir esinti sinmeli şimdi sessizliğime
eski bir gramofonun sesinden de olsa dinlenmeli yine
uzaklarda perdeleri inik âsâr-ı atîka bir evin
alıp götürmeli beni huzurlu köşelerine
giderek yitmekte olan anılar ülkesinden
bir sıcak soluk değmeli yaşadığım güne
alabildiğine silikleşen eski âşinâlardan
biri koşup gelmeli alabildiğine
martıların –akıl almaz- nesini özledim ki
nazlı nazlı iniyorlar gözbebeklerime
bir akşam bulutu hatırımı sordu da sanki
alıp başını gitti yağmurlar ülkesine
Trabzon 2015 Dergisinden
Sevgili Anthony,
Bildiğin gibi, Rusell Trust [Vakfı] 1957’den
1962’ye dek, Trabzon’daki, 13. Yüzyıldan kalma
bir kilise olan Aya Sofya’nın duvar resimlerinin restorasyonunu mali olarak cömertçe karşıladı. Edinburgh Üniversitesi’nden Profesör D. Talcot Rice’ın
ve Ankara’daki Britanya Arkeoloji Enstitüsü’nün
işbirliğiyle, bu yıllar boyunca yapılan işten sorumlu
Saha Yöneticisiydim. Türk hükümeti, kilise bir kenar mahallenin camii olarak kısmen kullanılırken,
işin gerçekleştirilmesine izin verdi. Türk hükümeti
eski Bizans kilisesini ulusal bir anıt olarak tasarladı. 1960’da EVKAF yapının restorasyonunu yaptı
ve işimiz bittiğinde de kilise Trabzon Müzesi haline
geldi. Aya Sofya Mahallesi’nin bulunduğu bölgede
yerel Müslümanların ibadeti için küçük bir cami de
inşa ettiler.
Trabzon’dan eski bir arkadaş, halihazırdaki Türk Hükümetinde bir bakan olan Bülent Arınç’ın başbakanın bir arkadaşı, Aya Sofya’nın bir cami olarak kullanılmaya geri döndürülmesini tavsiye ettiğini ve bunun için kampanya yürüttüğünü bize duyurdu. Bunun, resimlerin kireçle yada sıvayla gizlenmesini ya da muhtemelen onların yok edilmesini zorunlu olarak ima ettiği konusunda endişeliyim.
Rusell Trust’ın eseri tahrip edilirse bu ağır bir kayıp olacaktır. Bu, sanat tarihi için ve müze birçok yerli ve yabancı ziyaretçiyi kendisine çektiğinden, Trabzon kenti için de bir kayıp olacaktır.
Türk yetkililer tarafından, bir anıt ve bir müze olarak tasarlanmasından elli yıl sonra, binanın ve resimlerinin korunması için gerekli adımlar atılacağı umut ediyorum.
Ne yazık ki, kırılan bir kalça kemiği nedeniyle kalıcı olarak yatağa bağlı kaldığımdan, bu konuda kişisel olarak etkin olamıyorum. Bu nedenle Russell Trust’ın ve Ankara’daki Britanya Arkeoloji Enstitüsü’nün etkin bir biçimde harekete geçmesini ve Britanya Hükümeti’ni ve diplomatik desteği, Aya Sofya’nın bir ulusal anıt olarak halihazırdaki statüsüne devam etmesine izin vermesi için Türk yetkilileri ikna etmeye katılmasını sağlayacağını umut ediyorum.
Saygılarımla,
David Winfield, MBE, MA, FSA, FSAS
Çeviri: S. Erdem Türközü
Trabzon 2015 Dergisinden
Trabzon’daki Ayasofya’nın fresklerini restore eden akademisyen ve arkeoloji araştırmacısı CORNUCOPIA – 12 OCAK 2014
Mull Adası’nda birkaç ay önce yaşamını yitiren, David Winfield, seksen beş yıllık hayatı boyunca, sırasıyla mimari estetik üzerine bir yazar, muhtemelen hemen her yerdeki Bizans fresklerinin önde gelen restoratörü, National Trust’ın ilk ulusal Koruma Araştırmacısı [Surveyor of Conservation] olan yetenekli bir korumacı, iki Oxford kolejinin araştırma görevlisi, yüksek akademik düzeydeki 11 eserin (bunlardan biri halihazırda baskı aşamasındadır) yazarı ya da ortak yazarı ve –son olarak en şaşırtıcı olanı- seksen yaşından epey gün almışken hastalığı bırakmaya zorlayıncaya dek, Hebridler’de (1) hayvancılık ile uğraşan bir çiftçiydi.
Bununla beraber bir çok insan için, Trabzon’daki Ayasofya’nın, denizin hemen üzerinde, kentin dışındaki koruların arasında yükselen, Büyük Komnenos İmparatorlarının 13. Yüzyıldan kalma harika kilisesinin, 1956-1962 yılları arasındaki restorasyonunun gözetmenliğini yapan saha yöneticisi olarak daima hatırlanacaktır. Ayasofya’nın freskleri dünyanın herhangi bir yerindeki ortaçağ sanatının en iyi örnekleri arasında kesinlikle yer alır. Daha sonra Kıbrıs’ta Troodos Dağları’nda, Lagoudhera ve Asinou’daki Panaghia Kiliselerinde çalıştı. 1970’lerde Canterbury Katedrali’nin freskleri üzerinde çalıştı ve yeteneği dekan tarafından The Times gazetesinde kamuoyuyla paylaşılıp övüldü.
1950’lerde ve 1960’larda, Anadolu’nun iç bölgelerindeki Roma Ve Bizans döneminden şatolar, kiliseler ve diğer anıtlar hala büyük keşiflerin yapılmasını bekliyordu. Karadeniz Sahili’ni sınırlayan dağlar, 19. Yüzyıl gezginleri tarafından büyük ölçüde görmezden gelinmişti. David Winfield, Anthony Bryer ve Selina ve Michael Ballance ile birlikte kayıp geçmiş arayışı içinde, kırsal kesime keşif gezileri yaptı. David itinalı ve yöntemli bir gezgindi ama aynı zamanda Türkçe’ye (ve daha sonra Kıbrıs’ta, Yunanca’ya) hakimdi ve yerel halk için sempatik bir gözdü. Eşlikçilerinin birinin hatırladığı üzere “topluluk içinde kaynaşıp yitip gitmeyi başardı”. Sonu gelmez bir biçimde titizdi, yerel halkla konuşarak saatler geçirmeye hazırdı ve sonuç olarak, zaman zaman daha önce hiç bilinmeyen şatoları keşfedebildi.
O her zaman Türk halkına ve özellikle Trabzon halkına yönelik kalıcı sevgisini ve kurduğu bir çok dostluğu korudu.
Bir seferinde, kâşif ve gezi yazarı Freya Stark’la birlikte Trabzon hisarı üzerinde yürürken, ikili onları “gavur” olarak çağıran bir grup çocukla karşılaştı. Ardından David “Kitap Ehli Halkların” bu anlamda kafir sayılmadığına dair Stark’ın çocuklara açıklaması olabildiğince nazik bir biçimdedir.
1970’lerin ortalarında, Kıbrıs’tan Birleşik krallık’a geri döndüğünde, Levant’daki kiliselerin restoratörü Winfield, bir Britanya korumacısına ve Oxford akademisyenine dönüştü. İlk olarak All Souls’a ve ardından da Merton College’a araştırma görevlisi olarak atandı. David ve eşi June arkadaşlarına Victoria dönemini hatırlatacak denli konukseverlik ve bilgili olduğu kadar dostça sohbetler sundukları, Kuzey Oxford’daki Crick Road’da yuva kurdular. June, Trabzon’daki Ayasofya’nın resimleri ve görüntülenmesi üzerinde onunla birlikte çalışmıştı ve daha sonra, sadece eşi ve üç çocuklu bir ailenin annesi değil, aynı zamanda, ister akademisyenlik olsun isterse de çiftçilik olsun, onun bütün işlerini paylaşır oldu.
Bizans Sanatı’nda kıdemli konumların yokluğu, 1980’de, Merton’daki süresi dolduğunda, David’in koruma işine geri dönmesi anlamına geldi; bu kez Britanya’da, National Trust’ın ilk Ulusal Çaptaki Koruma Araştırmacısı oldu. Oradaki on yıl boyunca David, Trust tarafından gerçekleştirilen mükemmel, özgün, yerel koruma çalışmasını bir araya getirdi.
Bununla beraber Winfield’lar, dağları ve deniz kenarındaki uzak yerleri özlemeye devam etti. Emeklilik yaklaşırken, Country Life dergisinde Mull Adası’ndaki Dervaig’deki bir çiftliğin reklamını gördüler ve oraya ziyarete gittiler. Bina kötü durumdaydı ve kayda değer bir restorasyona gereksinim duyuyordu ve canlı hayvan çiftliği de benzer durumdaydı. Ama yerin güzelliği onu satın almaya ve emeklilik yıllarını çiftçi olarak geçirmeye, onları ikna etti; her ikisi için de tamamen yeni bir macera ve özellikle de meydan okuyan bir yerdi – ama, denizden epey yüksek Mull tepelerinde köpekleriyle yürüyerek geçirilen her sabahla, 20’den fazla mutlu yıl boyunca hakkı verilen bir maceraydı.
Adadaki ilk yıllarında, Winfield’in kitap koleksiyonu bir yangında kötü bir biçimde zarar gördü. En yakın üniversite kütüphanesinden yüzlerce kilometre uzaktaydı ama June’la birlikte üzerinde çalıştığı, Bizans sanatı, surları ve kiliseleri üzerinde yazmaya devam etti.
İngiliz [Sassenachs (2) ] olarak bir Hebrid topluluğuna uyum sağlamak herkes için kolay değildir ama Winfield ailesi, gelişlerinden birkaç yıl sonra, bir ziyaretçi David’i soruşturduğundan aldığı “onun hakkında kötü hiçbir şey duymadım” yanıtından mutlu olmuştu.
David Bizans ve Türkiye çalışmalarında benzersiz bir şahsiyetti, geç dönem Britanya Victoria döneminin en iyi niteliklerinin beden bulmuş haliydi. Her ne kadar son yıllarını ilgisini paylaşanların birçoğundan uzakta geçirmiş olsa da, hiçbir zaman unutulmayacaktır.Çeviri: S. Erdem Türközü
(1) İskoçya’nın kuzey sahili boyunca uzanan geniş ve çeşitli adalardan oluşan adalar topluluğu –ç.n.
(2) İskoç ağzında İngiliz (sakson sözcüğünden) – ç.n.
Trabzon 2015 Dergisinden
İngiltere Ulusal Arşivi’nde Bulunan Trabzon Konsolosluk Raporları Dijital Ortamda Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı’na Getirildi ve Araştırmacıların Hizmetine Sunulacak
Gravür: Konsolos raporlarındaki gravür örneklerinden Cevizlik-Larhan-Hadrak yolu
TRABZON İNGİLİZ KONSOLOSLUK RAPORLARININ KAYNAK DEĞERİ ÜZERİNE (1)
Hamdi ÖZDİŞ (Düzce Üniversitesi Öğretim üyesi)
Resmi devlet arşivleri tarihçiler ve araştırmacılar için en temel olgusal malzemelerin kaynağıdır. Bu arşivler ağırlıklı olarak (harita, resim ve gravürler arşivlerin küçük bir bölümünü işgal ederler) resmi yazışmalardan belgelerden ve raporlardan ibarettir. Resmi olmaları nedeniyle doğrudan devletin, siyasetçilerin ve bürokrasinin meselelere bakışını yansıtırlar. Bilindiği gibi her ulusal arşivdeki belgelerin nitelikleri ve özellikleri değişiklik arzetmektedir. Bazı arşivlerin ayırtedici özellikleri vardır ve bu makalede bu yanıyla öne çıkan İngiliz Ulusal Arşivi (The National Archives) (2) belgeleri ve özelde Trabzon Vilayeti’nden Londra’ya gönderilen İngiliz konsolosluk raporları (dispatch) üzerinde durulacaktır. Çalışma İngiliz Ulusal Arşivi (The National Archives) Dış İşleri’nden (Foreign Office, FO) edinilen İngiliz Konsolosluk raporlarının niteliklerini, içeriklerini, kısaca özelliklerini ve biraz da hacmini tanıtmaya dönük bir içerikte olacaktır.
Konsolosluk raporları doğrudan ilk ağızdan aktarılan yalın bilgiler ve tanıklıklar içermesi hasebiyle oldukça önemlidir. Taşranın gündelik hayatını ve olaylarını çok yakından takip eden konsolosların verdiği bilgiler güvenilirliği yüksek ve pahabiçilmezdir. Dolayısıyla dönemin canlı tanığı olmaları hasebiyle de konsolosların raporlarındaki düşünceler ve değerlendirmeler döneme içeriden bir bakışı günümüze yansıtırlar.
1830’da Trabzon’da açılan İngiliz Konsolosluğu kesintisiz bir şekilde 1911’e kadar misyon görevini yerine getirmiştir. (3) I. Dünya Savaşı’ndan sonra yine Trabzon’dan yazılan raporları arşivde tespit etmek mümkündür. Aradaki 3 yıllık sürede de seyrek de olsa raporlar vardır. Fakat raporlar savaş sonrasında daha düzenli bir şekilde Londra’ya akacaktır. İngiliz Arşivi’nde yaptığımız çalışmada daha ziyade 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan belgeler üzerinde yoğunlaştık ve bu çalışmada tanıtılan belgeler de daha ziyade bunlar olacaktır.
Daha önce İngiliz konsolosluk raporlarına dair bazı tarihçiler farklı boyutlarıyla bu raporlardan ve öneminden söz etmişlerdir.(4) Ancak literatür taramasında görülebildiği kadarıyla münhasıran İngiliz konsolosluk raporlarını tanıtıcı yazıların olduğu söylenemez. Dolayısıyla bu çalışma yukarıda (5) anılan daha önceki çalışmalara bir katkı niteliğinde olacaktır.
Kısaca hatırlatmak gerekirse Türkiye’de konsolosluk raporları üzerinde en yoğun mesaiyi yapan isimlerin başında Kemal H. Karpat gelmektedir. Karpat’ın pek çok çalışmasında İngiliz raporlarını ve onların analitik değerlendirmesini görmek mümkündür. Karpat, Balkan tarihinden, Türkiye’deki toplumsal dönüşüme ve nüfus hareketlerine kadar pek çok konuda yazarken konsolos raporlarından büyük oranda yararlanmıştır. Bir diğer isim Uygur Kocabaşoğlu’dur ki kitabının adından da anlaşılacağı üzere münhasıran konsolosluk raporları üzerinden yürütülmüş bir çalışmadır.(6) Bu bağlamda anılabilecek bir başka isim Michael Meeker’dır. Türkçe’ye de çevrilen eserinde Meeker ağırlıklı olarak konsolosluk raporlarını kullanmıştır.(7)
Trabzon konsolosluk raporları denildiği zaman belirtmeye gerek yok ki, 19. yüzyıl idari taksimatındaki Trabzon Vilayeti’ni kapsayan raporlar anlaşılmalıdır. Yani bugünkü Trabzon şehrinin coğrafi sınırlarından çok daha geniş bir alandan ve idari yapıdan söz ediyoruz. Canik’ten (Samsun) başlayıp bugün itibariyle Artvin’e kadar uzanan ve Gümüşhane’yi de içine alan bir coğrafyadır Trabzon Vilayeti. Çevirileri Kudret Emiroğlu tarafından yapılan Trabzon Vilayeti Salnameleri’ne aşina olanlar için bu elbette yeni bir bilgi değildir ve bilinmektedir. Ancak burada hatırlatmak bir zorunluluktur. Çünkü elimizdeki raporlarda Canik Sancağı’ndan Batum’a kadar olan kıyı şeridindeki bütün şehirler, kazalar, köyler ve hatta mahalleler için dahi bilgiler yer almaktadır.
Konsolosların amacı, bulundukları bölgeleri kendi ülkelerine olabildiğince etraflıca, sosyal, kültürel, ekonomik olmak üzere adeta her detayı (8) gözeterek anlatmak olunca ortaya oldukça geniş bir belgeler kümesi çıkıyor. İngiliz konsolosluk raporları nitelikleri itibariyle başlı başına bir önem arzetmelerinin yanısıra harita, yerel gazetelerden (9) örnekler, matbu nizamname-anlaşma metinleri, döneme ait yerel resimler ve diğer (el çizimleriyle yapılmış gravürler gibi) görsel malzemelerle araştırmacıya tam anlamıyla görsel bir şölen de sunar.
Konsolos raporlarının önemini daha iyi kavramak için bu raporlarla Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerin kısaca bir karşılaştırmasını yapmak gerekirse, Osmanlı Arşvi’nde yereli hemen her yönüyle (sosyal, ekonomik, siyasi) problematik odaklı, açık bir biçimde betimleyen belgelerin olmadığı/olamayacağı bilinmektedir. Yerele ilişkin problemleri yansıtan belgelerde dahi merkezi devletin hakim bakışı vardır ve onun dışında bir bilgiye ulaşmak çok zordur.
Oysa konsolos raporlarında yereli ağalarıyla ve beyleriyle, köylüsü, kölesi ve tüccarıyla, sosyal hayatın çok yönlü kesitleriyle, ticareti ve ekonomik faaliyetleriyle, eşkiyalık ve kaçakçılık hareketlerinin içyüzleriyle, yereli temsil eden elitlerin hem kendi aralarındaki hem de merkezle olan kimi zaman gerilimli kimi zaman dayanışma halindeki ilişkileriyle ve diğer daha pekçok yönünü resmeden son derece güçlü ifadeler yer almaktadır. İfadelerin güçlü ve açık olması bir yana merkezi devletin domine ettiği bakışdan apayrı ve eleştirel bir üslup vardır. Üstelik konsoloslar kimi zaman yerel problemlerde ağaların ve beylerin baskıları altında ezilen köylülerce bizzat danışılan yardım istenilen merci konumuna da kendiliğinden ya da bazen kendi müdahaleleriyle (yerel ahalinin talebiyle) geldiklerinden onlara bilgi akışının devlete olandan çok daha farklı nitelikte ve içerikte olduğu da yapılan çalışmalardan bilinmektedir. Bu yanıyla da konsolos raporlarındaki özgün, orjinal bilgilerin Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerden elde edilebilme olasılığı yok gibidir ya da çok sınırlıdır. Yereli yerelden anlamaya dönük her çalışmanın bu türden kaynaklara başvurması hem metodolojik açıdan hem de yaşananların bilgisinin birinci elden temin edilmesi açısından kaçınılmazdır.
Konsolosların çeşitli haber kaynakları vardır. Kendileri yerel halkla ve yönetimle kurdukları ilişki üzerinden bir istihbarat sağladıkları gibi doğrudan onlara çalışan ajanları, “Consular agent”ları vardı. Örneğin Longworth bir raporunda Samsun’daki ajanlarından gelen bir mektuba yer verir. (10) Bunun dışında isimlerini gizli raporlarda bile açıkça vermedikleri muhbirleri vardı. Pek çok kritik ve gizli konuda Longworth’e haber taşıyan ve Longworth tarafından sıklıkla anılan Y. E. baş harfleriyle kodlanan ajanının ismini tespit etmek mümkün olamadı. (11) Fakat konsolos raporları ve Trabzon’daki konsolosların faaliyetleri hakkında yapılacak çalışmalar bu ve benzeri noktaları açığa çıkaracaktır.
19. yüzyılda devletlerin dış dünya ile ilgili birincil haber alma kaynakları elçilerin ve konsolosların yolladıkları bu raporlardır (dispatch). Unutmamak gerekir ki İngiliz Ulusal Arşivi British Empire’ın arşividir ve tam anlamıyla bu devletin emperyal politikalarının belirlenmesinde birincil bir role sahiptir ve bu emperyal politikaların uzantılarını, detaylarını yani perde arkasını bu belgelerden okumak mümkündür. Elbette herşey çok açık bir biçimde belgelerde yer almaz. Kimi zaman kritik konularda, devletin doğrudan kendini ele vereceği, ya da uluslararası ilişkilerde kendini zora sokacağı belgeler ya şifrelenmiştir ya da imha edilmiştir. İmha edilenler açıkça ifade edilmiştir. Bazı tasniflerde bunu gormek mümkündür. (12) Bu çerçevede İngiliz Arşivi’nde Afrika’dan Ortadoğu’ya, Avrupa’ya, Kafkaslar’a ve Balkanlar’a kadar neredeyse dünyanın bütün coğrafyalarına dair raporlar bulunmaktadır. Örnekse Şattülarap meselesinden Kürt meselesine, Balkanlar’daki etnik sorunlara ve bu bölgelerdeki İngiliz politikalarının belirlenmesine kadar her türlü politik, ekonomik ve sosyal problemler yer alır.
Vilayetteki yabancı devletlerin elçilerinin varlık nedeni sadece vilayette ne olup-bittiğini gözlemlemek, dış dünyayla ilgili haber almak ve bunları Londra’ya rapor etmekten ibaret değildi. “Konsolosluk kurumunun devamlı diplomatik temsilcilikten daha eski ve daha değişik bir tarihsel arka planı olması doğaldı. Zira bu kurum var oluşunu diplomatik, siyasi, ticari, adli ilişkiler ve deniz ticareti gibi farklı nedenlere borçluydu. İlk konsolosluklar ülkeler ve bölgeler arası ticaretin gelişmesinde işlevsel rol oynayan oluşumlardı.” (13)
Şüphesiz onlar kendi devletlerinin ve tebaalarının, tüccarlarının çıkarlarını korumak ve savunmak için oradaydılar. Bu bağlamda ilk elçilerin masraflarının ve maaşlarının 18. yüzyılda “...Levant Company bünyesinde faaliyet gösteren tacirlerce ödenen konsolosluk haklarıyla (consulage) karşılanması elçi ve konsolosların Levant Company bünyesinde faaliyet gösteren Londra’daki “Levant Tacirleri” tarafından seçilmesi...” (14), bir tesadüf değildi. Elbette Levant Company İngiliz Dışişleri Bakanı’yla temas halindeydi. 1825’ten itibaren de “Osmanlı İmparatorluğu ve diğer ülkelerdeki Britanya konsoloslukları artık doğrudan hükümetin emrindeydi.” (15)
Bu nedenle her bir elçinin ya da konsolosun kendilerinin siyasi ve ekonomik çıkarları uğruna bir diğeriyle rekabet halinde oldukları da ortadadır. Trabzon Vilayeti’ndeki konsoloslukların sayısına bakmak bile başlı başına bu rekabet hakkında bir fikir verir bize. Sayıları yıldan yıla değişiklik göstermekle en az 10 “memurin-i ecnebiye”nin yani konsolosun vilayette olduğu Trabzon Vilayeti Salnamesi’nden anlaşılmaktadır. (16) Bu rekabetle birlikte bazı konularda “dayanışma” halinde oldukları da görülmektedir. (17)
Konsolos raporları çoğunlukla 19. yüzyıl sonuna kadar konsolosların ya da katiplerinin el yazılarından oluşur. Arada daktiloyla yazılmış raporlar da mevcuttur. 20. yüzyıl başlarındaysa artık daktilonun yaygınlık kazanmasıyla birlikte el yazısı yerini daktiloya bırakacaktır ve özellikle 1900’lerin başındaki raporlar daktilo ile yazılacaktır. Mektup olarak yollanan raporlar daha sonra oldukça kalın ciltler halinde toplanmıştır ve iyi korunmuşlardır. İngiliz arşivindeki Trabzon’la ilgili belgelerinin Trabzonlular Vakfı’na getirilmiş olan belgelerle sınırlı olmadığı belirtilmelidir. Dolayısıyla onbinlece belgeden oluşan muazzam, devasa bir arşivden söz ediyoruz.
19. yüzyıla ait ve Trabzon Vilayeti’ne dair belgeler FO 78, FO 65, 521, 524, 525 gibi başka çeşitli tasnifler altında çok sayıda belge bulunmaktadır. Elimizdeki belgeler FO 195 tasnifinde bulunan ve 1830’dan 1911’e kadar olan konsolosluk raporlarını ihtiva etmektedir. Bu belgelerin hacmine dair yaklaşık bir bilgi vermek gerekirse 30 bin civarında dijital belge olduğu belirtilebilir. Kopyaları alınan toplam cilt sayısı 50’dir ve her ciltte ortalama 300 ila 500 arası rapor veya belge (gazete, telgraf, resim, harita) bulunmaktadır. Bazı ciltler 1000 sayfayı bulmaktadır.
1911 sonrasını ihtiva eden FO 371 ve FO 608 gibi başka tasniflerde de Türkiye’ye ve özelde Trabzon’a ait binlerce belge olduğu bilinmelidir. FO 317 ve FO 608 tasnifleri daha ziyade 1919 ve sonrasına ait belgeleri ihtiva eder. Erken Cumhuriyet dönemine dair pekçok bilgi bu belgelerde mevcuttur. İttihat Terakki Cemiyeti’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ve faaliyetleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasal faaliyetleri ve onunla birlikte cumhuriyeti kuran kadroların isim isim tanıtıldığı ve haklarında geniş malumatların verildiği, her bölgenin ve neredeyse her şehrin ayrı ayrı tanıtıldığı, yolların durumu, coğrafi, ekonomik ve kültürel yapıya dair bilgiler anılan bu FO 371 ve FO 608 gibi tasniflerdeki raporlarda yer alır.
Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da konsolosların vilayetteki ilişkileridir. Bu ilişkiler vali ve bürokrasi düzeyinde olduğu gibi yerel halkla da kurulabiliyordu. Hemen her konsolosun özellikle Trabzon valisiyle yakın bir ilişki içerisinde olduğu raporlara açık bir şekilde yansımaktadır. Bu ilişkiden dolayı Osmanlı yönetici elitine dair bilgilerin konsolosluk raporlarına yansıdığı görülmektedir. Neredeyse bütün konsoloslar dönemin valileri hakkında kısa veya uzun fakat oldukça önemli ve analitik değerlendirmeler yapmışlardır. Örneğin dönemin meşhur valisi Kadri Bey’in ölümünden sonra İngiliz konsolosu Longworth’ün yaptığı değerlendirmedeki hüzünlü ifadeler çarpıcıdır. Longworth haberi verirken dahi “the sad news of Cadri Bey’s death” diyerek valinin ölümününü Londra’ya bildirecektir. Raporun devamı şöyledir:
“...O iyi ve yetenekli bir yöneticiydi. Mayıs 1892’de buraya (Trabzon) atandığı günden itibaren yapabildiğinin en iyisini yaparak vilayetteki koşulları düzeltti, yönetimi iyileştirdi, eşkiyalığı baskı altına aldı ve bölgedeki (country) feodal lordların, derebeylerin gücünü kırdı.
Her ne kadar geçmişinde büyük lekeler, örneğin Ermenilerin katledilmesi meselesi, kalmış olsa da, önlemediği ya da önleyemediği için sonuçta vicdan azabı duydu.
Kadri Bey çift kişilikli karakteriyle tamamıyla farklı, olağanüstü bir adamdı. Kişiliği karmaşık davranışlarla iç içeydi. Acımasızlığıyla ve iyilikseverliği, yurtseverliğiyle doğruculuk ve rüşvetçiliği birlikte giderdi. Sonuçta halk onu tuhaf bir ruh haliyle, sevgi ve korkuyla kabul etti. Çalışanları onun eksantirik kişiliğini anlayamadılar fakat onun dürüst kişiliğine saygı duydular...
Cenazesine çoğunluğu üzgün Hıristiyanlardan oluşan muazzam bir kalabalık eşlik etti ve o inançlarına ve soylarına bakmaksızın halkın desteğini kazandı... Kişisel olarak itiraf etmeliyim ki o benim için gerçek bir arkadaştı. Her zaman benimle görüşmeye hazırdı ve benim tavsiyelerime uyardı.” (18)
Longworth’ün Kadri Bey hakkında yaptığı bu değerlendirme bir istisna olsa da Trabzon’un diğer valilerinin konsolosluk raporları üzerinden profillerine dönük bir değerlendirme yapacak kadar bilgilerin de bu raporlarda saklı olduğunu belirtmek mümkündür.
Konsolosların vilayetteki ilişkileri bağlamında yerel halkla olan ilişkilerine de kısaca değinmek gerekir. Müslim ya da Gayri Müslim olsun yerli halk merkez-i hükümetle ya da valiyle çözemedikleri sorunlarını konsoloslara yansıtıyorlardı. Konsoloslar Müslüman ahali konusunda fazla bir şey yapamasalar da Gayri Müslim tebaanın hakları için bir hayli aktif oldukları pek çok rapora yansımış durumdadır. Her iki durumda da raporlara yansıyan ifadeler taşranın gündelik hayatına ve sorunlarına ışık tutacak zenginliktedir.
Sonuç olarak buraya kadar aktarılan bilgilerden de anlaşılacağı üzere konsolosluk raporlarının tarih araştırmalarındaki özellikle de yerel tarih araştırmalarındaki yeri ve önemi yani, kaynak değeri oldukça yüksektir. Bu raporlar üzerinden bölgenin çok yönlü haritasını çıkarmak mümkündür. Çünkü bu raporlar anlaşılacağı üzere sadece siyasi raporlar değildir. Bölgenin ticaretini (ticaret raporları), kültürünü, diğer şehirlerle ve ülkelerle olan ilişkilerini oldukça nesnel ve canlı bir şekilde resmederler. Ayrıca efsanelere ya da rivayetlere konu olmuş (örneğin meşhur eşkiyalık olaylarını) bir takım konuları ve olayları açıklığa kavuşturmak da olasıdır. Kısacası bölgenin tarihini yakından okumak ve öğrenmek isteyenlerin temel başvuru kaynaklarından biridir İngiliz konsolosluk raporları.
1 Londra’daki çalışmalarıma destek sağlayan Trabzon Vakfı’na Bilgin Aygül’ün şahsında şükran duygularımı ifade etmek
isterim.
2 Arşivin eski adı Public Record Office (PRO)’dır. Şimdiki adı Foreign Office (FO)’dir.
3 Trabzon’un ilk İngiliz konsolosu James Brant’tır. Brant’ın ilk raporu 1830 tarihlidir ve bu tarihten itibaren Londra’ya raporlar
göndermeye başlamıştır. Bkz. FO 524/1, James Brant, 20 Ağustos 1830.
4 Osman Ersoy, “İngiliz Devlet Arşvi (The Public Record Office)” Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, Cilt 4, Sayı 2
(1955) Ersoy makalesinde daha ziyade arşivin fiziki koşullarından, kullanım özelliklerinden, belgelerin tasnif özelliklerinden
ve hacminden bahseder. Raporların önemine değinen Karpat bu raporların “ülkeninin sosyal ve ekonomik durumu hakkında
mükemmel denebilecek bilgiler içerdiğinden” söz eder ve fakat hepsinin eşit değerde olmadığını da ekler. Kemal H. Karpat,
“1880’de Kayseri Sancağı’nın Sosyal Ekonomik ve İdari Durumu: İngiltere’nin Anadolu Konsolos Yardımcısı Lieutenant
Ferdinant Bennet’in Raporu (1880)”, Belleten, LXII, 1998, (235), s. 885.
5 Bir örnek için bkz. Kemal H. Karpat, Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Çev. Abdülkerim Sönmez, İmge Yayınları, Ankara,
2003.
6 Uygur Kocabaşoğlu, Majestelerinin Konsolosları, İngiliz Belgeleriyle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki İngiliz
Konsoloslukları (1580-1900), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
7 Michael E. Meeker, İmparatorluktan Gelen Bir Ulus, çev. Tutku Vardağlı, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005.
8 Konsoloslar bölgelerindeki olayları öylesine derinlemesine raporlarına yansıtırlar ki, hemen hemen hiç bir detay atlanmamıştır.
Bir kaymakamın topallığından, kişilik analizlerine (yanlız yaşaması ve bunalımlı olması gibi) kadar detayları bulmak olasıdır bu
raporlarda.
9 Örneğin Bitlis ve Trabzon Vilayet gazetelerinin örnek nüshalarını bulmak mümkündür.
10 FO 195/1812, H. Z. Longworth, 8 Şubat 1893.
11 FO 195/1584, Longworth, 30 Temmuz 1887.
12 Şifrelenmiş mesajları FO 195 tasnifinin pekçok serisinde görmek mümkündür.
13 Kocabaşoğlu, age., s. 14.
14 Kocabaşoğlu, age., s. 27.
15 Kocabaşoğlu, age., s. 30.
16 Trabzon Vilayeti’nde Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, İran, Yunan, Belçika, Felemenk, İspanya
konsoloslukları bulunmaktadır. Bkz. Trabzon Vilayeti Salnamesi 1874, C. 6, haz. Kudret Emiroğlu, Ocak 1995, Trabzon İli
ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, Ankara, s. 62; Trabzon Vilayeti Salnamesi 1892, C. 14, haz. Kudret
Emiroğlu, Mayıs 2005, s. 291; Trabzon Vilayeti Salnamesi 1896, C. 16, haz. Kudret Emiroğlu, Ağustos 2007, s. 303.
17 Amerikan konsolosu İngiliz konsolosuna bölgedeki gelişmeler hakkında bilgi veren bir mektup yolluyor ve kendisi de herhangi
bir gelişme olursa bildirilmesini rica ediyor. Bkz. FO 195/1584, Longworth, 13 Ağustos, 1887.
18 FO 195/2136, Longworth, 17 Şubat 1903.
Trabzon 2015 Dergisinden
Bekir GERÇEK (Mimar)
Yıllardır yalnızca kentimi yazmak istedim. Kentime güzelleme üzerine oldu gayretim. Bu arada gördüm ki; bu güzel kent, mekanları, yaşayanları ve yaşama kültürü ile çok sayıda değerli kişilerin yetişmesine de pota oluşturmuştu.
Kentin bu değerlerinin de kayda alınıp, gelecek kuşaklara yazılacak mektuplara işlenmesi için ne yapılabilirdi?
Şüphesiz bu tür çalışmalar çeşitli müelliflerce yapılmıştı, yapılmaktaydı. Fakat bazı kişiler henüz ya hatırlanmamış ya da yeterince değerlendirilememişlerdi.
Ben bu yazıda sizlere, feyz aldığım, mesleğimi öğrendiğim bir Trabzonluyu anlatmaya çalışacağım: Prof. Dr. Mimar Mesut Evren’i... Saptayabildiğim, ulaşabildiğim bilgilerle ve anımsadıklarımla Hocam Mesut Evren’i...
Kadri Mesut Evren Bey’in oğlu olan Mesut Hoca, 1923 yılında Trabzon’da, Ortahisar Mahallesi’ndeki evlerinde dünyaya gelmiştir.
Kadri Mesut Bey
Kadri Mesut Bey, 1884 doğumlu. Öncelikle usta bir kalem. Trabzon’da bazı gazetelerde yazıları yayımlanmış. 10 Temmuz 1909 Kehkeşan gazetesinde meşrutiyete övgüler içeren makalesi ilgi çeker, aynı dönemde Fransız edebiyatçılarından Şatr Biryan’ın bir romanını “Son Safa” adıyla Fransızcadan Türkçeye çevirerek 1913 yılında Trabzon İkbal Matbaası’nda bastırarak yayımlar.
Osmanlı modernleşmesine Trabzon’dan katkı yapan bir aydındır Kadri Bey.
Trabzon Barosu’nun kurucularındandır. 1923 - 1931 yılları arasında yirmi iki numaralı üyesi olarak Baro’nun ilk başkanlığını da yapar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün modern belediyeciliğin başlangıcı sayılan 3 Nisan 1930 tarihli ve 1580 sayılı Belediye Kanunu gereğince, 1930 yılı Ekim ayında yapılan seçimlere Cumhuriyet Halk Fırkası’nın adayı olarak katılan Kadri Mesut Bey, Belediye başkanı seçilir. İlk kez kadınlara da seçilme hakkı tanınan, bu seçimlerde Trabzon’da üç bayan üye Kadri Mesut Bey’in listesinden Belediye Meclisi’ne seçilirler.
1930 - 1937 yılları arasında sürdürdüğü Belediye Başkanlığı döneminde, Başkan Yardımcısı Şevket Çulha Bey’dir. Modern belediyeciliğin yeniden yapılanarak kurumsallaştırıldığı bu dönemde Maçka, Zefanos ve Soğuksu semtlerine belediye otobüs seferleri başlamıştır. Balıkhane hizmete girmiştir. Gazipaşa Caddesi, Ortahisar - Bahçecik yolu tamamlanmış; Moloz’daki beton iskele, Değirmendere’de Gaz İskelesi bu dönemde hizmete girmiş; Maraş Caddesi’nin 14,5, Uzuksokak’ın 12 metre genişliğinde olmasına ait karar da bu dönemde üretilmiştir. Hüseyin Avni Aker Stadyumu’nun yerinin istimlaki de bu dönemde yapılmıştır.
Kadri Mesut Bey’in dört çocuğundan ikinci sırada dünyaya gelen Mesut, tek erkek çocuğudur. Ablası Mualla, küçük kardeşleri Süheyla ve Necla’dır.
1923 yılında dünyaya gelen Mesut, 14 yaşındadır. “T.O.O. sınıf 3/B, 629 Mes’ut Evren” olarak sunduğu konuşması; “Yaşasın Cumhuriyetimiz, yaşasın onun büyük yaratıcıları, yaşasın Ulu Şef ATATÜRK” cümlesiyle tamamlanmaktadır. O gün “Çocuk Efendi”dir küçük Mesut, Büyük Bayram’da.
1987 yılı Mimarlar Odası, hocamızın doğduğu evde büyük salonunda bir anma toplantısı düzenler... Toplantıyı duyan bir diğer Trabzon beyefendisi Aslan Pulathaneli, iş hanının dördüncü katındaki büroma asansör kullanmaksızın varır. Elinde Cumhuriyet’in 14. yılında öğrenci temsilcisi Mesut Evren’in sunduğu konuşmanın metni vardır. “Sağ olun! Mesut’a anma toplantısı yapmışsınız. Elli yıl evvel irad eylediği nutuk için yazdıkları bunlar. Orijinalidir ha!” deyip, acele işine döner.
Yirmi beş yıl olmuş sakladığım iki daktilo sayfası sararmış metin... Yetmiş beş yıl evvel Cumhuriyet’in değerini erken kavramış, 14 yaşında bir genç adayı çocuğun yazdıkları. Şöyle diyor bir yerinde: “O, bizim varlığımızdır. O, bizim canımızdır. O, bizim kendimizdir”.
1932 yılında Halkevi, Trabzon’da şube açmıştır. Halkevi çatısı altında tiyatro faaliyetleri sürdürülürken, 23 Nisan 1938 tarihinde “Halkevi Temsil Kolu”, “Himmet’in Oğlu” adlı oyunu sahneler. Oyunda genç Mesut Evren, ablası Meliha Hanım’la birlikte rol alırlar. Buna ait kayıtlar İbrahim Azcan’ın hazırladığı “Türk Modernleşmesi Sürecinde Trabzon Halkevi” adlı kitapta mevcuttur.
1937 yılında Belediye Başkanlığı görevini tamamlayan babası Ankara’ya yerleşir. O yıl orta okulu bitiren Mesut, Ankara’da Atatürk Lisesi’ne devam eder. Ardından İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni kazanır. 1947 yılında fakülteyi bitiren Mesut Evren, okulunda asistan olarak akademik görevine başlar.
1950 yılında “Kapalı Spor Salonları ve Diğer Spor Tesislerine Umumi Bir Bakış” adlı yeterlik çalışmasının kabulünden sonra 1957’de “Türk Evine Çıkma” konulu tezi ile doçent unvanını alarak öğrenci projelerini yönetmekle görevlendirilir.
1960 yılında “eylemli doçent” diye atanır. 1962 - 1963 yıllarında İngiltere, İsveç, Danimarka’da incelemeler yapmakla görevlendirilen Mesut Evren, 1971 yılında profesör olur.
“Şehircilikte Mimarın Rolü” (1961) ve “Türkiye’de Arsa - Yapı Sorunları ve İlişkileri” (1985) adlı yayınlarının yanı sıra, birçok konferans ve seminerlerde sunduğu bildirileri vardır.
Çankaya Köşkü bahçe ve heykel kaidesi düzenlemesi, Ankara Spor Salonu, Bursa Otobüs Terminali, Halkalı MERKA Boyama Fabrikası, Yeniköy’de Adil Şatıroğlu yalısı, Trabzon - Yalıncak’ta Kemal Sezer villası; Göztepe, Şişli, Beşiktaş ve Trabzon’da apartmanlar, Beşiktaş Işık MMÖYO, Fındıkzade Trabzon Talebe Yurdu, Hoca’nın bazı önemli mimari uygulamalarıdır. Yalvaç, Eğirdir, Hopa, Borçka, Fındıklı, Göynük, Gölhisar, Adıyaman, Karaoğlanlı ve Nizip imar planları, müellifi olarak yürüttüğü şehircilik çalışmalarıdır.
Katıldığı yarışmalarda; Trabzon Sergi Evi (2. ödül), Ankara Spor Salonu (1. ödül), Emekli Sandığı Karaoğlan Büro Binası (3. ödül), İstanbul Stadyumu (mansiyon), Çankaya Köşkü Heykel Kaidesi (1. ve 2. ödüller), Ankara Yeni Mahalle Ev Tipi (1. ödül), Bursa Santral Garajı (1. ödül), Eskişehir İmar Planı (mansiyon), Kızılay’da Büro Binası (mansiyon), Diyarbakır Koleji (mansiyon) kazandığı çeşitli ödüllerdir.
Mimarlar Odası’nın çeşitli birimlerinde özveri ile çalışan Mesut Evren; 1961 yılında İstanbul Planlaması Geçit Devresi Şurası’na Mimarlar Odası Görüşünü Tespit Komisyonu’nda üyelik ve aynı şurada Mimarlar Odası’nı temsil... Aynı yıl Anayasa Ön Projesi Komisyon üyeliği, Anayasa Anketine Cevap Komisyonu Başkanlığı... 1966 yılında Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Y. Danışma Kurulu üyeliği görevlerinde bulunur.
1959 yılında Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyeliği ve 1960 yılında Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanlığı görevleri de Mesut Hoca’nın mensubu olduğu meslek örgütünden esirgemediği özverili çalışmalarıdır.
Yukarıda altmış iki yıllık ömrüne sığdırdığı bazı önemli uğraşılarını ve başarılarını aktararak biyografik bir tanıtım yapmaya çalıştım.
Şimdi Mesut Evren’i; “Mesut Hoca” olarak, “Trabzonlu Mesut” olarak, bir dost ve arkadaş olarak, gösterişsiz, mütevazı kişiliği ile dostlarının da aktardıklarından yararlanarak anımsayıp, anımsatmak isterim...
Prof. Dr. Mesut Evren, Anadolu toprağındaki mimarlık sanatının ulaştığı düzeyi iyi bilen ve hiçbir özentiye kapılmaksızın geleneksel yapı sanatımızın çağdaş yorumlarının başarılabileceğine inançlı bir mimar ve öğretici. Geleneksel mimarimizdeki kaliteyi, estetiği, doğruları, korunası değerleri ve yaşama kültürüyle birlikte dikkatimize sunan öğreticimizdi o... “Ortahisarlı Mesut”un, büyüdüğü evinden, çevresinden, çevresindeki kültürel mirastan esin almış olabilir miydi bu duyarlılığı?
Kendi eserlerinde de sanatsal kişiliğini yansıtan bu anlayışı biz öğrencilerine sunarken, özgür düşüncemize hiç ama hiç engel olmaksızın ufkumuzu genişletirken, sadece anımsatıyordu.
Mimarlık anlayışının çeşitli “izm”lere bağlı düşünüldüğü günlerdi o günler. Belki de Mesut Evren, bir erken postmodernci idi herkesten önce.
Öğrencilerini evlatları gibi severdi o. 1960’lı yılların sonları; Trabzon’da Taç Kulüp (Türk Alman Dostluk Cemiyeti) lokalinde müzik yapan altı kişilik orkestra... Solistimiz hariç (O, harita bölümü öğrencisiydi) hepimiz mimarlık öğrencisiydik. Yemek müziğine yeni başlamıştık; tam orkestranın karşısındaki masaya konukların oturmakta olduğunu gördük. Ve de aralarında Hocamız... Hikmet Şatıroğlu, çocukluk arkadaşıymış ve Mesut Bey o akşam Şatıroğlu Ailesi’nin konuğu... O da bizi fark etmişti. Ara verince, suçlu çocuklar gibi masasının önünden geçecektik. Bu arada “Hoş geldiniz Hocam”. Hemen hemen hepimizin belleğinden dilimize inmek üzereydi ki, Hocamızın ayağa kalkıp, masasına bizi davet etmesini halen hatırlarız. Takdir ettiğini hissettirerek, sımsıcak duygu, sevgi yansıtan tavrıyla o akşam konuk olduğu masasının biz de konuklarıydık. Çünkü onun ki kuru bir davet değildi. Sahiplenmişti biz evlatlarını. Bir gün sonra proje dersimizde; O yine “Mesut Hoca”, biz yine öğrencileriydik.
1987 yılı idi. Yukarıda bahsettiğim anma toplantısını yapacaktık Mesut Hoca’mıza doğduğu evde. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Mesut Evren’in yakın dostu, bir başka hocamız Prof. Dr. Muzaffer Sudalı’nın ziyaretine gitmiştim. Amacım, ondan Mesut Hoca’mızla ilgili bilgi, belge ve anı vb. öğrenmek ve edinmekti. Söz döndü dolaştı, kendilerinin Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne “Uçan Hocalar” olarak nasıl geldiklerine dayandı.
Sudalı anlatmıştı...
1966 yılında KTÜ üçüncü öğretim yılına başlamışken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde hocalar bir senato toplantısındadırlar. İçlerinden biri yarım ağız, “Trabzon’daki üniversiteye nasıl yardım edebiliriz?” diyecek olur. Mesut Evren, ayağa kalkar, kendisine olan sevgiyi, saygıyı iyi bilen tavrı ile kendisini kırmayacaklarından emin, “Bu işler uzaktan ağıt yakma ile olmaz. Ben yarın gidiyorum. Hadi gelen varsa, bana katılsın” der.
KTÜ, İTÜ’den gelen hocalarla eğitimi kurtarır. Biz onlara “Uçan Hocalar” derdik. O dönemin Türk Hava Yolları’nda kullanılan F-27’leri üniversitenin penceresinden beklerdik. Sanırım üç buçuk saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Havaalanı’na ulaşır ulaşmaz, KTÜ’nün tek aracı Dodge pkap ve şoförü Sıtkı Dayı, hocaları Havaalanı’ndan alır, okula getirirdi. Onlar ceketlerini çıkarıp, beyaz önlüklerini giyerek, sınıfta bekleyen öğrencilerine koşarlardı. Mesut Evren, Muzaffer Sudalı, Gündüz Özdeş, Hande Süher, Ahmet Keskin, Niyazi Duman, Müfit Yorulmaz, Fikret Keskinel, Yalman Odabaşı, Hilmi Deren, Lütfü Zeren, Orhan Arda, Orhan Safa, Gazanfer Beken, Nezihi Eldem, Abdullah Sarı, Mükerrem Anabol, Doğan Kuban, Ferruh Kocataşkın, Mimarlık Fakültesi’nde ilk aklıma gelenler...
“Trabzonlu Mesut”... Bu tanım arkadaşlarına ait. 1987 yılındaki anma toplantısında -ki ölümünün ikinci yıldönümü idi- ardından konuşan arkadaşları, dostları Şevket Çulha, Hasan Kırali, Hikmet Şatıroğlu, Sırrı Eren, Zeyyad Nemli, Kemal Sezer ve Neriman Cansız Hanımefendi çeşitli anılar aktarırken, birleştikleri tespit, onun iyi bir Trabzonlu olduğu ve hep Trabzon efendisi olarak kaldığı idi.
Neriman Cansı Hanımefendi, su böreğini çok sevdiğini ve Trabzon’a gelişlerinde “Abla börek aç, yarın pikniğe gidelim” diyerek, hem su böreği, hem de Soğuksu Köyü’ne olan özlemini bir arada giderdiğini anlatmıştı.
Kemal Sezer Bey, Karadeniz Kulübü’ne olan ilgisini, kayganayı çok sevdiğini, köylerine gittiklerinde bahçeden domates, salatalık koparmayı istediğini... birer tane aldıktan sonra, “Birini kopart, kalanı taze dursun. Gelen de taze bulsun” diyerek bahçeden ayrıldığını söylemişti.
Gazeteci Zeyyad Nemli, “O, Trabzon beyefendisi idi. Kendisini tanıtırken ‘Trabzonlu Mesut’ derdi” vurgusunu yapmıştı.
Hasan Kırali Bey, İstanbul’da uygulamalarında birlikte sorumluluk yüklenen Sürmeneli bir usta idi. Hasan Bey de, uyumlu tavırlarını ve tevazu ile yarattığı çalışma ortamını anlatmıştı, gözleri ıslanarak.
Hocamızın dostları, bu güzel insanlar hepsi şu anda onun alemindeler. Tümünün ışıklar içerisinde olması dileğimiz.
Cumadan gelirdi Hocamız, pazar günü giderdi. Derslerinden, eş dost birlikteliklerinden vakit ayırıp sevdiği, özlediği kentini yaya dolaşırdı. Bizler Hoca‘ya, yıllar evvel bıraktığı eski kentin tarihi mekanlarında dolaşırken sıkça rastlardık. Ortahisar, Pazarkapı, Gülbaharhatun, Tekke vs...
“Trabzonlu Mesut”, İstanbul’da da kentine, kentlilerine hizmetten zevk alıyordu.
Altmışlı yıllarda İstanbul’daki “Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti”, yurt yaptıracaktır, Fındıkzade’deki taşınmazında. Yine hemşehrimiz Mesut Evren Hoca, en öndedir. Projeler Hoca’nın hediyesi; para toplamak için “salma”ya çıkan ekibin içinde Hoca da vardır.
1962 yılı, bu hizmet daha yeni başlamak üzeredir. O dönemin Trabzonlu üniversitelileri adına mimarlık öğrencisi Aydın Nalbantoğlu, bir söyleşi yapar Mesut Hoca ile. “Doç. Y. Müh. Mimar Mesut Evren’le Röportaj” başlığı altında yayımlanır bu söyleşi; 1962 yılında Hamsi dergisinin bülteninde. Kapakta da hayal edilen, umutla beklenen Fındıkzade’deki Öğrenci Yurdumuzun bir perspektifi vardır.
Aydın Nalbantoğlu sorar:
“Yeni yurt inşası hakkında neler düşünüyorsunuz?”
Yanıtlar Mesut Hoca:
“Çok kötü şartlar altında tahsillerine devam etmekte olan gençlerimizin bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir yurda kavuşmaları, onları türlü sıkıntılardan kurtaracak ve huzur, şevkle çalışmalarını, iyi yetişmelerini sağlayacağı muhakkaktır.
Hemşehrilerimizin, gençlerimize bu imkanı sağlamak için, ellerinden gelen imkanları esirgemeyeceklerine inandığım kadar, gençlerimizden buna layık olduklarını kısa bir zamanda göstereceklerine inanıyorum.”
A.N.: Hayatta muvaffak olmak için genç arkadaşlarınıza neler tavsiye edersiniz?
M.E.: Vazife ve muvaffakiyet hissini, memleketin neler beklediğini bir an aklından çıkarmadan, çalışabildiği kadar çalışmak.
A.N.: Trabzon’un inkişafı hakkında görüşleriniz?
M.E.: Trabzonlunun zeka ve cevvaliyeti ile memleket içinde hissesine düşen payı en iyi şekilde yerine getireceği inancı, bu inkişafın yolunu en iyi olarak kendisinin bulacağını gösterir. Gençlerimizin azmi ve gayretleri bunun süratini tayin edebilir zannederim.
Hep Trabzon’la, hep yanlarında olmuştur Trabzonluların Mesut Hoca...
Anılsın istedim Trabzon’da, Trabzonlularca...
Bir de yazı bittiğinde farkına vardım ki, “bazı kişiler henüz ya hatırlanmamış ya da yeterince değerlendirilememişlerdi”.
Bu kısacık yazıda ismini andığım hemşehrilerimizin tümü aramızdan ayrılmışlar.
Yeterince anımsanmaları, anılmaları dileğimdir.
Bir de ışıklar içinde olsunlar isterim...
Kaynak:
1) Kadir Mesut Evren, Biyografi, Veysel
Usta, 2011.
2) Mimarlık 85 / 5 - 6, Mimarlar Odası
aylık dergi, 1985.
3) Hamsi dergisi - Karadeniz Balosu - Bülteni, 1962.
Trabzon 2015 Dergisinden
- « Önceki
- Sonraki »