Son Güncelleme: 19 Kasım 2024 15:27:54

KIRAATHANEYDİLER GEÇMİŞTE
Bekir GERÇEK
Fotoğraf: Coşkun KULAKSIZOĞLU

Kültürümüzde, kültürlenmemizde kıraathanelerin yeri, önemi yadsınamaz. Bu yuvalar kültürel etkileşimin yanı sıra dostluk yuvalarıdır da. Edebiyatımıza sohbet türünü katan, bu türün gelişmesine yardımcı olan mekanlar; başta kıraathaneler ve dostluk masalarıdır sanırım.

Yukarıdaki saptamaların ülkemiz için geçerli olduğunu belirttikten sonra; Trabzon'umuz ve çevresi özelinde, çoğu geçmişte kalan kıraathane yaşantılarını söyleşelim istiyorum.

Neden kıraathane de, yaygın olan deyişi ile kahvehane değil? Türk Dil Kurumu sözlüğü kahveyi tanımladıktan sonra, kahvehane için: "bu gibi içkiler içilerek vakit geçirilen yer." Kıraathane için: "müşterilerinin okuması için gazete ve dergi bulunduran genişçe, temiz ve iyi döşenmiş kahvehane" tanımlarını yapmaktadır. Trabzon ve çevresi için geçmişe dönük tespitlerden de görülecektir ki; bu yuvalar ikinci tanıma, dolayısıyla kıraathane sözcüğüne daha bir uymaktadır.

Geçmişte, kıraathaneler çoğu insanımızın evi ile işi dışında yaşamlarını sürdürdükleri üçüncü mekanlarıdır. Belli insanlar, belli kıraathanelere çıkarlar. Gerektiğinde onlar, ilkin oradan aranır, garsonlar veya ocakçılardan sorulurlar. Ne vakit geldikleri, ne vakit gittikleri, hatta nereye gittikleri rahatlıkla izlenilebilir.

Bu mekanlarda neler yapılır?
Kentle kent dışı yerleşimlerde kıraathanelerin çakışan işlevleri dışında bazı farklılıklar gözlenir. Biz, öncelikle kent kıraathanelerinin çeşitli işlevlerini hatırlamaya çalışalım.

İlkin, oyun oynanmayan, sohbet kıraathanelerine değinelim. Bugün, hemen hemen kalmayan bu mekanlara belli bir yaşın ve belli bir düzeyin üzerindeki ekabirler devam ederler. Her akşam birbirlerini aynı özlemle beklerler. Geç kalanlar merak edilir, hatta evden çağırtıldığı olurdu. Önce yorgunluk kahveleri içilir. Ocakçılar, herkesin kahve ölçeğini bilirler: Şekerli, orta şekerli, az şekerli, köpüklü, kaynar vs. Yine ocakçılar, kimin hangi fincanla kahvesini daha bir zevkle içeceğini de bilir. Çoğunlukla kallavi Mekke fincanları yeğlenir.

Daha sonra; çay, kant, şerbet, maden suyu (bu su Dünya Fuarı'ndan madalyalı enfes Kisarna Maden Suyu'dur) içilir.

Bu esnada gazeteler masalarda elden ele dolaşır. Artık müdavimler toplanmıştır. Önce duvardaki konsolda oturan radyodan ajanslar sessizce dinlenir, güncel olaylar yakalanır. Bu olaylar üzerinde yapılan yorumlar çoğu kez gündemi de belirler. Ya sırayla konu hakkında teker teker konuşanlar dinlenir veya bu ortam oluşmazsa, masalar kendi içinde ayrı ayrı sessizce tartışır, görüşürler. Bu sohbetlerden sonuçta herkes yararlanır. Bu arada; hal hatır sorma, dertleşme, akıl alma, akıl verme de ihmal edilmez.

Ayrılık saati geldiğinde, birlikte kalkanlar, yol boyunca da söyleşerek ayrılırlar. Yarın akşam tekrar buluşmanın özlemi o anda başlamıştır bile. Bu kıraathanelerden hatırlayabildiklerim: Selamet, Şafak, Konak, vb.

Diğer kıraathanelerde de buna yakın yaşamın dışında neler olmaktaydı? Daha büyük olan bu mekanlar da daha geniş kapsamlı toplantılar düzenlenir; belli dönemlerde siyasiler bu mekanlarda propaganda yapma olanağı bulurlardı.
Bu kıraathenelerin bazıları, sanat faaliyetlerine de kucak açar; hizmet verirlerdi. Musiki dernek ve ekipleri, tiyatro kolları vb. buralarda barınırlardı.

Çoğu kez ramazanlarda belli akşamlar birlikte yapılan iftardan sonra bu mekanlar seyirlik düzene sokulur, çalınır söylenir, meşk edilir; hatta, ortaoyunu oynanırdı. Yine, ramazanlarda kıraathaneler ışıl ışıl süslenirken, mahallenin, semtin iskambil usta ve çıraklarına güvenilerek, şeker seleleri renkli jelatin kağıdıyla sarılarak tavandan asılırdı. Başka mahallelerden ekibini kuran ustalar, bu selenin peşine gelirler ve "selesine" altıkol iskambil başlar. Oyun boyunca işaretler verirler. Yalnızca ustanın verdiği komut duyulurdu. Seleyi kazanan konuk takım, büyük bir zafer kazanmış edasıyla o seleyi kendi kahvelerine getirirler. Ya kaybeden ev sahibi takımın halini düşünebilir misiniz? "sele vermek" bütün kahveyi üzer; zira, sele vermek onur kırıcıdır. Şayet ekip cesaret edebilirse rövanş için selenin peşine gider.

Kıraathanelerin müdavimlerini çoğu kez sundukları belirler. Bilardocular; Sabah, Şems ve Erzurum otellerinin kıraathanelerine çıkarken, briç ustaları, birbirlerini Bahçelikahve, Şehir Kulübü, İdmanocağı, Erzurum Oteli gibi mekanlarda beklerler. Nargileciler de Suluhan'a devam ederlerdi.

Spor kulüplerinin çalıştırdıkları veya birlikte kullandıkları kıraathanelerde de doğaldır ki spor söyleşilir; ama, Trabzon'da bu kulüplerin çoğunun musiki ve tiyatro kolları geçmişte birer eğitim ocağı olmuşlardır. İdmanocağı ve Necmiati kulüpleri kurdukları ekiplerde değerli müzisyenlerin yetişmesine olanak tanımışlar ve kentlilere konserler sunmuşlardır. Yine biz biliyoruz ki büyük önder Atatürk'ün 1937'deki ziyaretlerinde İstanbul'dan gelen musiki heyetini geri gondermesi üzerine, Necmiati Kulübü Musiki Heyeti'ni köşkte kabul ederler; onların huzurda musiki yapmalarına imkan tanırlar.

Yine spor kulüplerimizden; Necmiati, Gençlerbirliği, İdmangücü, Birlikspor ve Doğan Gençlik'in tiyatro kollarının sürekli çalışmaları sonucu 1922 ve 1953 arası çeşitli oyunları hazırlayıp Trabzonlular'a sunduklarını biliyoruz (1).

Loncanın izlerini taşıyan arastalarda çoğunlukla işyerlerine hizmet sunan çayocakları vardır. Dar da olsa bu çayocakları üçbeş kişilik oturma imkanı bulundururlar. Arastasına göre kuyumcusu, bakırcısı, terzisi, kunduracısı bitirdiği işinden sonra verdiği molayı bu çayocağında doldurur, elini yüzünü yıkar, bir sigara, bir çay içerken kendisi gibi, gelen meslektaşlarıyla söyleşir; deneyimlerini aktarır; bu ara söyleşiler aynı arastanın azınlıkları da katılarak mesleklerinin bilgi, görgü ve inceliklerini paylaşırken, üretimdeki kalite artışını da birlikte başarırlar.

Trabzon kıraathaneleri geçmişte sosyal birer kurum olarak olumlu işlevler görüyor, kültürlenmeye, bilgi alışverişine, dostluklara mekan oluşturuyorlardı.

Trabzon çevresinde, köylerde kıraathaneler nasıldı?
Duvar diplerinde ahşap sedirler, ortada soba, birkaç komli(2), tavana asılı lüks, duvardaki rafta kitaplar, eski yeni gazeteler ve köyü dünyaya bağlayan bataryalı radyo. Bu mekanın bir kenarında kazan kaynarken, ışıklı bir köşede de berber, bir ayna, bir masa hizmet görür. Bu berberler ekseri diş çeker, iğne de yaparlardı.

Günbatımı, köylüler, kahvehaneye varır. Gazyağlı lüks pompalanır, mekan aydınlandıktan sonra bataryalı radyodan binbir müşkilatla ajans dinlenir. Daha sonra hitabeti kuvvetli biri kalkar, bir konu bulur, anlatır; diğerleri dinlerler. Seferberlik, Harb-i Umumi, Kurtuluş Savaşı zaman zaman gündeme gelirken, fitarihinde köye inen ayı veya kurt da konu edilebilirdi. Bazen de mukallitlerden biri zararsız, tatlı yalanlar ve esprilerle kendi yapımlarını sunar, neşe üretirlerdi. "Espiri zekanın zekatı" değil midir? Karadenizli'ye de bu yakışır. Bunların dışında kitaplıktaki kitaplar, ekseri köyün öğretmenine okutulur, dikkatle dinlenilir. Bu kitaplar, halk edebiyatında yeri olan Battal Gazi, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin vb.'dir. Kendini hikayeye kaptırıp ağlayanlar bile olurdu.

Muhtarın getireceği, köye ait yol, su, mera gibi bir sorun, bazen uzun süre tartışılır ve sonuçta müşterek karar alınırdı. En önemli tartışmalar mera ve orman paylaşımı gündeme geldiğinde olurdu. Orman, öyle ustaca paylaşılırdı ki; budanan, seyrekleştirilen alana bir daha sekiz on yıl sonra sıra gelir. Bu süre de o alanın kendini yenilemesine yeterdi.
Trabzon'da, Anadolu'daki gibi kıraathanelerde saz asılmaz. Aşıklık geleneği pek yoktur. Bunun yerine, az sayıda kemençeci vardır; zira, kemençe çalmanın günahından çekinilir. Mala köyünün kemençecisi Zirbut İbrahim de günah tekinlerine dayanamaz ve tövbe ederek sazını çalmayı bırakır.

Zirbut gibi birçok köyün kemençecisi, zaman zaman kıraathanelere uğrar; önce yaşlıların, ekabirlerin gönlünü hoş eder; onlar, mekanı terk ettiğinde kıraathane gençlere kalırdı.. Çalınır, söylenir, içilir, mermiler atılır. Bundan olsa gerek köy kahvelerinde tavanlar delik deşiktir. Maçkalı şair Ömer Kayaoğlu "Bizim Uşaklar" şiirinin şu iki dörtlüğünde bu olayı anlatır gibi:
Ula Ömer ula Ömer/Ne gaz ne tuz kalmış evde
Sen kütük taşı bütün gün/Son kazandığını fişeğe ver
Ula Temel ula Temel/Bu akşam bir rakı içelim
Yemekler evden mezeler kahveden/Gel keyfim gel
Köylerde kıraathaneler misafirhane olarak da kullanılır. Yolcular, garipler, görevliler evlerden getirilen döşeklerde yatırılır, ağırlanır.

Şimdi, konumları ve mekansal özellikleriyle kentteki giden kalan bazı kıraathaneleri hatırlayalım: Kıraathaneler, kentin seyirlik olanaklar sunan yerlerinde bulunur. Zağnos'ta, Tabakhane'de köprü başlarında, denizi, vadiyi, surları, tepeleri ve geleni geçeni ile köprüleri izlerler. Meydan Parkına açılan Selamet, Cihan, Şems otellerinin kıraathaneleriyle Suluhan Park'la birleşirler. Suluhan'ın balkonunda ehlikeyfler, nargile fokurdatır; cıvıl cıvıl meydanı ve parkı seyrederek yarenlik ederler. Taşbaşında: İstanbul, Hürriyet. Meydanın çıkmazında: Refah. Konumlarıyla limanı, Çömlekçi'yi, Boztepe'yi gören mekanlardır. Atapark'ta, Aşıklar Parkı'nda, Meydan Park'ında, Ganita'da hemen hemen tüm parklarda kıraathaneler bulunur.

Cami çevrelerinde, cami avlularıyla bütünleşen kıraathaneler de çokçadır. Ortahisar'da: Ihlamurlu kahve, Çarşı Camii yanında: Asmaaltı, İskender Paşa Camii önünde: Selamet, Cihan bunlara örnektir. Bu mekanlar, Cami cemaatiyle namaz vakitlerinde dolar taşarlar.

Geçmişte bu kıraathaneler azınlıkların da devam ettikleri cemaatlerin birlikte oturup, eğlendiği, kültür alış verişinde bulundukları yerlerdir.
Kıraathanelerin birçoğunun açık mekanları, bahçeleri vardır. Bu bahçeler, kırmızı balıklı havuzlar, çardaklar, kamelyalar, palmiyeler, mimozalar, manolyalar rengarenk çiçek ve flora ile tam bir rekreasyon olanağı sunarlar. Yine bu bahçeler Trabzon'un kısıtlı olan parklarına yardımcı mekanlardır.

Ortahisar Bahçeli kahve, iyi havalarda dolar taşardı. Daha eski dönemlerde bu bahçede, meraklılarının gayretleriyle kurulan paralel, asimetrik bar, halka, barfiks gibi aletlerle jimnastik yapıldığını dinlemiştim. Çalışanlar da Merhum Cemal (Enisoğlu) , Aziz (Aktulga), Bahri (Gerçek) beyler ve arkadaşları. Daha sonra İdmanocağı Kulübü kurulduğunda aletleriyle birlikte bu kulübe katılırlar. Yine bu sevimli bahçelerde ve parklarda o denli sükunet ve huzur vardır ki bizim kuşak ve evveli Kalepark'ta, Ganita'da, Aşıklar Parkı'nda, Atapark'ta oturup ders çalışabilirdik. Bilmem çalışmayanımız var mıdır?

Yukarıda, sosyal ve mekansal özelliklerini sıralamaya çalıştığım kıraathane mekanlarının kentin kültürlenmesine, kentlilik bilincinin gelişmesine katkıları yadsınabilir mi? Bugünkü kıraathane (pek kalmadı ya), kafe, atari, okey vb. salonlarını (bizim olmayan isimleriyle) hatırlayalım.

Kültürü oluşturan bileşenlerin karılmasında mekanların yeri önemlidir. Geçmişte kıraathane kültürü bu mekanların yaşayanlarıyla birlikte oluşurken, gelişirken, insanlarımız bu mekanlardan, bu birliktelikten ve bu etkileşimden yoksundurlar.

Kıraathane kültürü; edinemediğimizde önemli bir eksikliktir de.

Bugün, bu mekanların yerine nereleri koyabiliriz!

(1) Ahmet Özer-Arslan Pulathaneli, "1920-1950 Arası Trabzon daki Futbol Kulüplerinin Kültürel Etkinlikleri" Trabzon 1990, Trabzon Ili ve ilçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, Ankara, 29.
(2) Komli: Küçük iskemli

Yayınlanma Tarihi : 25 Kasım 2009
KÜLTÜR

Doğum
Doğumdan ölüme kadar kültürümüzün bütün renklerini görebildiğimiz yöremizde, her anlamlı günün bir geleneği ve adeti vardır. Örneğin hamile kadına çok iş yaptırılmaz. Ağır yük taşıttırılmaz, doğum yapan geline hediyeler alınır, komşuları yemek getirir, çocuğun kundağına para konur, altın takılır, iki lohusa kadın basmasın diye kırkı çıkana kadar birbirini ziyaret etmez. Mevlit okutulur, dualar edilir çocuğun da annenin de sağlık ve sıhhati temennisinde bulunulur. Biraz da erkek çocuğu oldu mu sevinç daha fazla olurdu. Ama günümüzde bu anlayış ta artık ortadan kalkmaktadır.

Sünnet
Erkek çocukları yaşı çok geciktirilmeden sünnet ettirilir. Tek yaşlarda sünnet ettirilmesine özen gösterilir. Eskiden eli çantalı sünnetçiler köylerde dolaşıp çocukları sünnet ederlerdi. Çocuklar da bunları gördüklerinde canlarının yanacağını anlayınca kaçarlardı. Şimdi sağlık mensuplarına sünnet ettirilmekte. çoğunlukta da çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından toplu sünnet törenleri düzenlenmektedir. Çalgılı sünnet törenleri olabildiği gibi mevlitli sünnet törenleri de yapılmaktadır. Sünnet öncesi çocuklar gezdirilerek gönülleri hoş edilir, sünnet sonrası aile yakınları konu komşu çocuklara para, altın veya çeşitli hediyeler verilir. Yemekler yenir, "İnşallah evlilik mürrivetini de görürsünüz" diye anne ve babaya iyi dileklerde bulunulur.

Düğün
Çoğu zaman gençler birbirini ya düğünde, ya yaylada, ya bir şenlikte ya da çarşı pazarda görür ve "gönlüne düşürür". Aile büyükleri, devreye giren yengeler görücü olur. Kız da, oğlan da beğenilme aşamasında birbirini tanımaya çalışır. Ama en son söz aile büyüklerinindir. Kararı aile meclisi toplanıp verir. Ama ailenin "rıza"sı kimi zaman tam değildir. Karar olumsuzdur. Birbirlerini seviyorsa gençler, ortaya bölgemizde halen geçerli olan "kız kaçırma" olayı çıkar. Evlenecek olan gençler birbirlerini ne kadar sevse de son sözü aile büyükleri söyler. Kız istemek için ailenin büyükleri, annesi, babası, ağabeyi, ablası, akrabalarından amcası, dayısı veya bir başka büyüğü kızın evine gider. Ön konuşmalar ve genel sohbetlerden sonra laf bir şekilde esas konuya getirilir ve kızın ailesinden "Allah'ın emri peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz" denir. Kız tarafı da hemen tamam demez. "Nasipse, kısmetse, bakalım bir düşünüp karar verelim" deyip, işi ağırdan alarak kendini "naza çeker". Erkek tarafı "he, tamam, olur" cevabını alabilmek için kız tarafının kapısını biraz aşındırmak zorunda kalır. Kız tarafı sonunda razı olunca "söz kesilir." Bir küçük bahşiş sonunda kızın nüfus kağıdı, ailenin en büyüğüne işlemeli mendile veya özenle hazırlanmış bir zarfın içene koyularak verilir. Hayırlısı olsun temennisiyle kız tarafının ikramları yendikten sonra evden ayrılınır. Söz kesme olayından sonra sıra "nişan"a gelmiştir. Nişanda kız ve erkek tarafı karşılıklı olarak birbirlerine gelin ve damat adayına hediyeler alır. Bu arada düğün tarihi belirlenir. Yeni evlilere alınacak eşyanın kim tarafından, ne alınacağına karar verilir. Düğün zamanı gelince "ağırlık görme" ye gidilir.
Cuma günü, kızın çeyizi oğlan evine götürülerek yerleştirilir. Komşular düğüne davet edilir. Cumartesi gününün gecesi kız evinde yapılan ve sabaha yakın sona eren şenliğe ise "kına gecesi" denir. Eskiden kına gecesi Çarşamba günü akşamı yapılır, Perşembe günü, düğün olur. Cuma günü de "Cumalık" yapılırdı. Kına gecesi, kadınlar ve genç kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Bu gecede, kadınlar ve genç kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Çeşitli çalgılar çalınmak ve oyunlar oynanmak suretiyle eğlenilir ve kız ağlatılır. Gelini ağlatmak için kızlar maniler, türküler ve ilahiler söylerler.
Düğün günü (Perşembe veya Pazar) erkek tarafı kalabalık bir grup halinde öğleye doğru, tabanca - tüfek ata ata, yaya ve atlı olarak gelin evine gidilir. Hemen kızı alıp dönmek isterler. Ancak kız tarafı misafirlere yemek ikram ederler. Yemekten sonra, kızın bir erkek kardeşi, o da yoksa dayısı, erkek tarafından bahşiş alır ve kızı ata bindirilir. Yine silah atıla atıla erkek evine doğru yollanılır. Eve varıldığı zaman kız attan indirilerek evin içine alınır. Daha sonra erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yerlerde düğüne devam ettirirler. Düğün şenliklerinde horon tepmek vazgeçilmez bir adettir. Akşam olunca gelin ve güvey yan yana durdurularak her ikisine de şerbet ikram edilir. Daha sonra köyün hocası getirilerek dini nikahları kıyılır. Gelin evinden en son kızın çok yakını olan iki kadın ayrılınca düğün bitmiş olur.
Ertesi gün ise Cumalık yapılır. Kadınlar çeşitli oyunlar oynarlar ve geline hediyeler verirler. Düğünden bir hafta sonra ise, erkek tarafı kız evine "yedi" ye gider. Damat büyüklerin elini öper, sini ve sofraya davet edilir. Sofrada önüne, üstü kapalı üç tabak koyulur, birinde yumurta, birinde sütlaç ve birinde de su vardır. Damattan yumurtayı bulması beklenir. Geç saate kadar kızın babasının evinde kalınıp, güzelce ağırlandıktan sonra geriye dönülür. Günümüzde bu adetlerin büyük bir kısmı "salon düğünleri" nedeniyle yaşatılmaz olmakla birlikte, köylerimizde geleneksel düğün törenlerine rastlamaktayız.

Ölüm
Düğünler kadar da ölümler de hayatın bir parçasıdır. Sevinçte bir olan halkımız hüzünde de beraberdir. Mahalle veya köy camiinde selalar okunur. Kent merkezinde belediye hoparlöründen ilan yapılır. Ölen kişinin ailesinin kimliği tanıtılır. Ölü evine akşamdan taziyeye gidilir. Evde sabaha kadar ölünün yakınları ile birlikte oturulur. Sabahleyin defin hazırlıkları başlar. Bu arada civar komşular ölü evine yiyecek getirir. Üzüntülü olan aile bireylerine katkıda bulunulur. Cenaze eş, dost ve komşular tarafından kaldırıldıktan sonra evde Kur'an-ı Kerim okutulur. Başsağlığı dilekleri kabul edilir. Kırk mevlidi, ölünün kırkıncı gününde yapılır. Mezarlar bakımlı ve düzgün tutulmaya çalışılır. Bilhassa dini bayramlarda olmak üzere mezarlar sık sık ziyaret edilerek dualar, Kur'an-ı Kerim okunur.

Yayınlanma Tarihi : 29 Temmuz 2009
KOCAKARI - HALK İLAÇLARI

Hastalıkların tedavisinde yararlı olduğuna inanılan kocakarı ya da halk ilaçları, halk hekimliği diye anılan, temelde bilimsel değeri olmamasına rağmen doğal tedavi yöntemi olarak ta günümüzde bile tartışılan tedavi yöntemlerinin bir kısmına, bütün Anadolu'da olduğu gibi ilimizde de rastlamak mümkündür. Arı Sokması
Arının ısırdığı yere demir basılır.

Sarılık
Sarılığa yakalanan hastanın ustura ile damak, el ve ayak tırnaklarının dipleri kesilir. Bu işleme sarılık kesme denir.

Çıban
Çıbanların olgunlaşıp boşalmaları için üzerine damar otu denilen geniş yapraklı bir ot sarılır.

Üşütme
Nezle, grip gibi durumlarda bir bardak süte bir parmak bal karıştırılıp hastaya içirilir.

Baş Ağrısı
Başa patates sarılır, ayrıca mısır hamuru ayranla karıştırılarak bir çömberle başın ön kısmına bağlanır.

Mide Hastalığı
Yörenin ünlü kestane balı yedirilir.

Karında Kurt
Çocukların ağzından sular akar, çelimsiz olurlar. Şeftali yaprağı ve ham meyvası kaynatılır, hasta iki üç sabah aç karına içer. Kurtçuklar dökülür.

Yanık
Özellikle yoğurt sürülür.

Yayınlanma Tarihi : 29 Temmuz 2009
Batıl İnançlar

Batıl inançlar nerden gelip nasıl toplum içinde yerleştiği belli olmayan ama yüzyıllardan beri değişik inanışların ya da insanların kendi kurgularının sonucu, hiçbir temel dayanağı ve mantıken izahı olmadan yerleşmiş inanışlar olarak günümüze kadar süre gelmişlerdir. Bugün de çeşitli şekillerde kendini gösteren bu inanışların temelinin, insanlık tarihi kadar eski olduğu bilinmektedir. Yöresel özellikler arzeden bu inanışlara ilimizde de rastlamak mümkündür.

Bazı batıl inançlardan örnekler :

Saçayak boş olarak yanan ateşte bırakılırsa ölü suyu bekler.
Ellerini bağlayanın kısmeti bağlanır.
Bir kadın aş ererken birine bakarsa çocuğu ona benzer.
Yeni gelinin kucağına oğlan çocuk verilirse ilk çocuğu erkek olur.
Çocuğunun güzel olması için gebe kadına ayva yedirilir.
Gece tırnak kesilmez.
Kapı eşiğinde oturan kişi iftiraya uğrar.
Evde incir ağacı yakılmaz, yakılırsa ev ocak söner.
Geceleyin evde ıslık çalınmaz, çalınırsa eve yılan girer.
Kuluçkanın altına yumurta koyan kişi, başını sararsa civcivler gugulli olur.
Ay tutulunca havaya ateş edilirse ay kurtulur.
Mayıs yedisinde deniz suyu ile yıkanan ve kayığa binenler, yakalandıkları hastalıktan kurtulurlar.
Boş beşik sallanırsa çocuğun karnı ağrır.

Yayınlanma Tarihi : 29 Temmuz 2009
Deyimler - Atasözleri

Trabzon'un çeşitli yörelerinde söylenen kendine has anlam ifade eden deyimler ve yine bölgeye göre değişkenlik gösteren, fakat genel anlamda atasözleri çerçevesinde ele alınan hoş sözler vardır :

Ağzı var dili yok. Ekmek elden su gölden.
Burnu büyümek. Elin ağzında sakız olmak.
Çomak sokmak. Hayıflanmak.
Kan ağlamak. Abat mı oldun?
Ander gabyana. Kesene bereket.
O da kim oliy? Sırtı kalın.
Kulağı çınlamak. Maldan saymak.
Attan enup eşeğe binmek. Ağzını yoklamak.
Sokma akıl yedi adım gider.
Köpek yediği kapida afkurur.

Yayınlanma Tarihi : 29 Temmuz 2009