20-23 Şubat 2014
Atatürk Kültür Merkezi Ankara
Çağdaş Sanatlar ve El Sanatları Sergileri, İmza Günleri, Dinletiler, Yöresel Yiyecekler, Yayla Pazarı, Kamu ve Özel Sektör Kuruluşları, Sivil Toplum Kuruluşları, Gazeteler, Radyolar ve Yayın evleri ile dört günlük etkinlik boyunca Trabzon'u yaşamaya, horon oynamaya davet ediyoruz.
Camiye dönüştürülen Ayasofya Müzesi'nin din tesis alanı ilan edilmesine ilişkin imar değişikliğinin halkın tartışmasına açılmasının ikinci toplantısı yapıldı. İkinci Halk toplantısı, Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu tarafından açıldı. Toplantıda çok önemli açıklamalar oldu, renkli ama olgun tartışmalar yaşandı.
Mimarlar Odası Trabzon Şube Başkanı Saim Adanur, 1. derecede SİT alanları için her türlü imar ve tadilat kararının koruma kurulu tarafından verildiğini, oysa böyle bir karar alınmadan esere müdahale edildiğini açıkladı. Adanur, "Üyelerimiz bu örneği göstererek (biz de izin almadan işlem yapacağız) diyor. Söyleyecek söz bulamıyoruz" dedi. Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan, acele ile bazı eksik işler yaptıklarını itiraf etti, bunun bir zorunluluk olduğunu savundu. Ankara'daki Trabzon Vakfı Başkanı Bilgin Aygül de, Trabzon'a yeni müzeler kazandırmaya çalışırken çok değerli bir müzenin farklı kullanıma sokulmasını anlayamadıklarını söyledi. Bilgin Aygül, "Kendi tarihi evimize bile çivi çakamazken, böyle özel bir yapıyı nasıl dokunacağız" diye sordu.
Gümrükçüoğlu süreci anlattı ve hukuki olarak Ayasofya'nın Vakıfların malı olduğunu, yasal olarak burada yapılacak çalışmalar için imar değişikliği gerektiğini, bu nedenle de dini tesis alanı olması yolunda talep için görüşmelerin yapıldığını söyledi. Gümrükçüoğlu, buranın cami olarak kullanılması sırasında da başkalarının inançlarına saygı gösterilmesi gerektiğini, isteyen Hristiyanın camide ibadet yapabileceğini öne sürdü. Gümrükçüoğlu, "Eğer burası T.C. ise, bu tapu T.C.'ninse, hukukta bu kararları vermişse, bunu yok hükmünde sayamayız" dedi. Gümrükçüoğlu "biz taraf değiliz" dedi, ama değişikliğin gerekliliği üzerine birçok açıklama yaptı.
YILDIRIMHAN'DAN İTİRAF
Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan, hukuk ne diyorsa onu yaptıklarını, Ayasofya'nın sahibinin Vakıflar olduğunu, vakıfların sahipliğinin anayasa kararları ile bile değiştirilemeyeceğini iddia etti. Yıldırımhan, "Bu konuda acele ettik doğru. Çünkü ya kapatacaktık, ya açık tutacaktık. Eksik de olsa bu işleri yaptık. Yanlışlar olabilir. Onu düzeltmeye çalışıyoruz" diyerek hatalı işlem yapıldığını itiraf etti. Yıldırımhan, eserin korunmasına ilişkin her türlü önlemi almayı vaadetti, cami işlev görürken müze olarak da gezilebilmesi için bir formül aradıklarını, önerilere açık olduklarını söyledi.
BİLGİN AYGÜL: ÇİVİSİNE DOKUNAMAZSINIZ
Ankara'daki Trabzon Vakfı Başkanı Bilgin Aygül, vakıf olarak her zaman Trabzon'a katkıda bulunmaya çalıştıklarını, kentin iyi ya da kötü gününde yanında yeraldıklarını söyledi. "Hayalimiz Trabzon dünya çapında bir turizm kenti olsun. Başka şansımız da yok. Küresel ısınma Karadeniz'i önemli bir seçenek haline getirecek" diyen Aygül, şöyle konuştu:
"Doğa da çok önemli, tarih de. Müzeler de çok önemli. Turist kültürel değerlere, evrensel değerlere de bakmak istiyor. Bu nedenle Trabzon'da 4 yeni müze çalışmamız var. Ama bunu yaparken, elimizdeki bir müzenin kaybolması, 800 yıllık bir eserin fonksiyonlarını değiştirmek bizi çok üzüyor. Buranın farklı kullanımı arkeolojik mimari, kültürel değerini bozacaktır. Mozaik ve freskler kaybolacaktır.
ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
Aygül, Türkiye'nin altına imza koyduğu uluslararası sözleşmelerden de örnek vererek şunları dedi:
"Cami ihtiyacı varsa yapalım. Hatta biz vakıf olarak bütün gücümüzle katkı verelim. Ayasofya fetih cami değildir. Fatih Sultan Mehmet Vakfiyesi yoktur. Ama ne yazık ki birinci derecede korunması gereken bir esere tabela asmak için duvarlarının delindiğini gözlerimle gördüm. Yılda 150 bin kişinin ziyaret ettiği bir yerden sözediyoruz. 1986 tarihli Ankara koruma kurulu kararında camiye dönüştürülmesi halinde arkeolojik mimari özelliğinin tamamen değişeceği açıkça vurgulanıyor. Türkiye 1999'da arkeolojik mirasın korunması, 1983'de dünya tarihi mirasının korunması, 1989'da Avrupa arkeolojik eserlerin korunması sözleşmeleri imzaladı. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası'na aykırı bu yapılanlar. Siz kendi sahip olduğunuz tarihi bir esere bile çivi çakamazken, böylesine 800 yıllık müstesna bir esere nasıl çivi çakarsınız. Tabi ki çakamazsınız."
Aygül, müzenin fonksiyonlarının değişmesi dahil kararı koruma kurulunun verebileceğini, şu anda Ayasofya'da suç işlendiğini savundu. Bilgin Aygül, "Bahçedeki eserler de sahipsiz. Koruma yok. Burası Diyanet'in de olsa müze olarak korunabilir" diye konuştu.
TASARRUFLAR TAMAMEN YASADIŞI
Mimarlar Odası Trabzon Şube Başkanı Saim Adanur da, 2863 sayılı koruma kurulu yasasına atıfta bulundu ve özetle şunları söyledi:- Müze 1. derecede arkeolojik sit alanında olup koruma amaçlı imar planında "müze gelişim alanı" olarak kayıtlı iken, müzenin kapatılıp camiye dönüştürülmesi, koruma amaçlı imar planına aykırıdır.
- Yasanın 8. Maddesinde tescil edilen kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının tespitinin bu alanlar içerisinde yapılacak her türlü değişikliğe karar verme yetkisinin koruma kurulunun yetkisinde olduğunu söyler.
- 9. Maddede ise kurul kararına aykırı olarak sit alanında inşai ve fiziki müdahalede bulunulamayacağı, kullanımlarının değiştirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
- Vakıflar, koruma kurulu kararıyla tescil edilen müzeyi, camiye dönüştürerek kurulun ana ilke ve kararlarına aykırı olarak, kurulun izin almadan müdahalede bulunmuştur..
Adanur, izin olmadan bu işlemlerin yapılmasından dolayı mesleki anlamda da sorunlar yaşadıklarını belirtti ve "Üyelerimiz bize soruyor. Benzeri bir iş yapacağım. Demek ki izin almaya gerek yok. İnanın bu durumda onlara nasıl cevap vereceğimizi şaşırıyoruz" dedi.
YA SUMELAYI İSTERLERSE!
Aygül, Vakıflar Bölge Müdürü'ne, "Sumela için bir vakıf bulunup bulunmadığını" sordu. Yıldırımhan böyle bir vakıfın olmadığını öne sürdü. Bunun üzerine söz alan Gazeteci Yazar Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu, "Bugün bazı Pontus çevrelerinin Sumela'nın devri konusunda bir çalışma içinde olduğunu duyuyoruz. Vakıflar üzerinden yapılan bu bakışlar bu yoku açarsa, yarın birileri çıkıp uluslararası hukuktan sözedip, Türkiye'nin imzaladığı Avrupa Birliği vakıf düzenlemelerini örnek göstererek böyle bir talepte bulunursa ne olacak. Ayasofya'nın cami yapılması zorlaması bu yolu açmaktadır" dedi.
İBADET HALİNDE KORUNAMAZ!
Mollamehmetoğlu şöyle konuştu:
"Burası gözümüz gibi bakmamız gereken bir yer. Cami ya da kilise veya havra, buranın ibadete açılmasından sonra nasıl bir koruma olacak? Beş vakit namaz ve diğer ibadetlerin yapıldığı bir ortamda neyi koruyabileceğiz. Bugün o fresklerin perdelerle kapatılması çok utanç verici bir durum. Hem gezilsin hem ibadet yapılsın diyorsunuz, bu nasıl olacak. Ayasofya büyük bir zarar görecektir. Kendi inançlarımıza saygı isterken, başkalarının inançlarına da saygı göstermeyi bilmeliyiz. Öte yandan, özellikle bahçe kısmında bazı eski hristiyan kişiliklerin mezarları olduğu söylenmektedir. Bu mezarların üzerinde namaz kılmak ne kadar doğru" diye sordu.
HUKUK TARTIŞMASI
Mollamehmetoğlu'nun, "Elimizde hangi tapu ya da belge olursa olsun, olayı daha geniş bir pencereden bakmalıyız" sözleri üzerine Yıldırımhan, "Biz hukuka bağlı kuruluşlarız. Ayasofya tapu açısından Ortahisar caminden farklı değildir. Hukuk tanımam diyemeyiz" dedi. Mollamehmetoğlu ise, "Tabi ki hukuka saygılı olacağız. Ama zamanında yapılan oldu bittiler, haksızlıklar hukuk olarak karşımıza gelirse evrensel hukuka, vicdana da bakacağız. Tarihsel yanlış varsa bu da düzeltilmeli tabi" diye konuştu.
Bu arada Belediye Başkanı Gümrükçüoğlu, "Ahmet bey, eski o kadar mezar var ki" sözleri üzerine Mollamehmetoğlu, "Sayın Başkan bile bile bir mezarın üzerinde namaz kılınır mı" dedi.
CAMİDE İBADET
Görüşmeler sırasında ilginç bir tartışma da Müftü Yardımcısı Ahmet Tokdemir'in sözleri üzerine oldu. Tokdemir "Kiliseden dönse bile cami olarak kullanıldığı için başka bir amaçla kullanılması caiz değil" dedi.
Tokdemir önce, kapatılan duvar resimlerini kastederek, "Resimler altında namaz kılınabilir" dedi, ancak sonra, "Mekruh olur. Kılınacağı zaman kapatılır, sonra açılır" diye görüş bildirdi.
Müftü yardımcısının görüş değiştirmesi tepkilere neden oldu.
AYASOFYA MÜZESİ HAKKINDA
Veysel Usta
Araştırmacı-Yazar
1996-1997 yıllarında olduğu gibi son günlerde de Trabzon Ayasofya Müzesi'nin camiye dönüştürülmesi tartışması kamuoyunun gündeminde önemli bir yer edinmiştir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da değişik görüşlerin ortaya atılması ve demokratik bir zeminde tartışılmasından daha doğal bir durum yoktur. Ancak bu tartışmalardan sağlıklı bir sonuç elde edilebilmesi, hiç kuşkusuz doğru bilgi ve belgeler ışığında yapılmasına bağlıdır.
Konuya dair çeşitli iletişim araçlarıyla görüş ve taleplerini kamuoyuyla paylaşan değişik sivil toplum örgütleri, kamu kuruluşları, köşe yazarları ve gerçek şahıslar; Ayasofya Müzesi'nin camiye çevrilmesi veya müze olarak korunması hususunda değişik gerekçeler ileri sürmekte ve taleplerini bu bağlamda savunmaktadırlar. Bu bağlamda Ayasofya Müzesi'nin camiye dönüştürülmesini talep edenlerin gerekçelerini maddeler halinde değerlendirmek yerinde olacaktır.
İstanbul'un Fethi ve Bizans'ın Kalbi Ayasofya'nın Camiye çevrilmesi
Fatih Sultan Mehmet'in 1453'te İstanbul'u fethederek Bizans İmparatorluğu'na son vermesinden sonra, 1204 tarihinde Trabzon'da kurularak varlığını sürdüren Bizans (Doğu Roma) kökenli son devlet olan Trabzon Rum Devleti'ni de 1461 tarihinde Osmanlı sınırları içine katmasıyla birlikte Anadolu coğrafyası Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Fatih Sultan Mehmet'in, İstanbul'u fethettikten sonra ilk yaptığı işlerden biri Ayasofya Kilisesi'ni camiye dönüştürerek Müslümanların hizmetine sokmak olmuştu. Bu durum, siyasal egemenlik öğesi olan bir devleti askeri güç kullanarak ele geçirmek, orada kendi siyasi egemenliğini kurmak ve kurduğu bu egemenliği bütün tebaasına göstermek açısından en tabii hak olarak kabul edilmekteydi. Ve Fatih de uzun bir süre tarih sahnesinde varlığını sürdüren Bizans'ın başkenti olan İstanbul'u ele geçirdikten sonra egemenlik simgesi olan Ayasofya'yı camiye dönüştürüp Türk ve Müslüman mührünü vurarak fethi perçinlemiştir. Zira İstanbul'daki Ayasofya, yalnızca yıkılan Bizans'ın değil, aynı zamanda Ortodoks dünyasının en önemli dinsel mabetlerinden biriydi.
Trabzon'un fethinden sonra camiye çevrilen kiliseler hangileridir?
Fatih'in Trabzon'u fethettikten hemen sonra yaptığı ilk işlerden biri, tıpkı İstanbul'da yaptığı gibi, varlığına son verdiği Trabzon Rum Devleti'nin vaftiz/başkilisesi olan Ortahisar'daki Altınbaş Meryem (Panagia Khrysokephalos Virgin) Kilisesi'ni camiye dönüştürmek olmuştur. Zira Ortodoks Hristiyanlığı, devletinin resmi dini olarak kabul eden Bizans'ın varisi olan Komnenos ailesinin kurduğu Trabzon Rum Devleti'nin resmi dini de Ortodoks Hristiyanlık idi ve Ortahisar'daki Altınbaş Meryem Kilisesi de bu devletin başkilisesi statüsünü taşıyordu. Nitekim kralların taç giyme törenlerinin yapıldığı bu kilise aynı zamanda ölen Komnenos krallarının mezarlarına da ev sahipli yapmak gibi kutsal bir statüye sahipti.
Bunun yanı sıra, yine Hristiyanlığı Trabzon'a yayan ve kentin koruyucusu olduğuna inanılan, başka bir ifadeyle Ortodokslar arasında simgesel bir önemi bulunan St.Eugenios Kilisesi de muhtemelen şehrin fethinden önceki askeri kuşatma sırasında Fatih Sultan Mehmet tarafından Yeni Cuma adıyla camiye dönüştürmüştü. Trabzon'un fethine dair elimizdeki hatırat ve belgelerden, Fatih'in kenti fethi sırasında Trabzon Rum Devleti ve Ortodoslar için önemli olan bu iki kiliseyi, kente Türk mührünü vurmak üzere camiye dönüştürdüğü söylenebilir. Bu iki kilisenin dışında, bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilen herhangi bir kilise bulunmamaktadır. Ancak daha sonraki yıllarda egemenliği elinde bulunduran Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından gerekli görülen bazı kiliseler de camiye dönüştürmüştür. (Ayasofya Kilisesi 1572/73'te Ayasofya Camiine, Aziz Philp Kilisesi 1665'de Kudrettin Camiine, Çömlekçi'deki Kilise 1953'te Hüsnü Göktuğ Paşa Camiine, Kemerkaya Kilisesi 1965'te Kemerkaya Merkez Camiine çevrilmiştir.)
Trabzon Ayasofya Kilisesi ne zaman ve nasıl cami olmuştur?
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti'nin uygulamış olduğu ve adına "millet sistemi" denilen yönetim biçimine göre gayrimüslim cemaatler, egemenliği elinde bulunduran Osmanlı devlet otoritesine bağlı kalmak şartıyla kendi inanç, ibadet ve dillerini kullanma serbestiyetine sahiptiler. Devlet yönetiminin sağlamış olduğu bu özgürlük alanı, gayrimüslim cemaatlerin kimliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmelerine imkan sağladığı gibi Osmanlı Devleti'nin de bir "imparatorluk" haline gelmesinde önemli katkı yapmıştı. Millet sisteminin bu uygulamasına çok çeşitli örnekler verilebileceği gibi Trabzon'a bakıldığında, yukarıda sözü edilen iki kilisenin camiye çevrilmesi ve artık bir Türk yönetim merkezi haline getirilen suriçindeki gayrimüslimlerin surdışına çıkarılmasının dışında, yaşamlarında önemli bir kısıtlamaya gidilmediği söylenebilir. Başka bir ifadeyle Ayasofya Kilisesi başta olmak üzere Sümela Manastırı ve buna benzer çok sayıdaki kiliselerin faaliyetlerine dokunulmamıştı. Her ne kadar 4. Haçlı Seferi sırasında Katolik Hristiyanların işgaline uğrayan ve tahtını kaybettiği için Anadolu'ya geçerek Gürcü Kraliçesi olan halası Tamara'nın da desteğiyle 1204 tarihinde Trabzon'da Trabzon Rum Devleti adlı yeni bir devlet kuran Bizans hanedanına mensup Komnenos ailesi tarafından 1240-1260 yıllarında yapılan Trabzon Ayasofya Kilisesi ile Bizans'ın bu simgesel mabedi üzerinden İstanbul'da kaybettikleri tahtın varisleri oldukları mesajı verilmeye çalışılmış ise de Komnenos hanedanının bir tür simgesel güç odağı olarak inşa ettirdiği Trabzon Ayasofya Kilisesi'nin surdışında, yani, kent merkezinin uzağında bulunması, Fatih Sultan Mehmet tarafından da görülmüş ve değerlendirilmiş olmalıdır ki Ayasofya Kilisesi'nin camiye dönüştürülmesi düşünülmemiştir.
Konu hakkında bize bilgi veren önemli bir kaynak Tahrir Defterleri'dir. Bu defterler, devletin egemenliği altındaki arazilerde gerçekleşen üretimi tespit etmek üzere tutulan kayıtlardan oluşmaktadır. Trabzon'un fetih tarihi olan 1461'den kısa bir süre sonra, yani 1486 tarihinde bölgenin ilk tahriri yapılmış, ardından 1523 ve 1583 tarihli tahrirlerle yazımlar devam etmiştir. 1486 tarihli Tahrir Defteri'nde yeralan kayıtlara bakıldığında, üretim yapılmakta olan önemli bir miktar araziye dair tespit yapılırken buralara ait düşülen kayıtlarda "daha önce ... ... manastırının vakfı idi. Padişah emri ile timara çevrildi" ibaresi dikkat çekmektedir. Bu ibarelerin Ayasofya ile ilgili olanında "Aslında Ayasofya Manastırının vakfı idi. Padişah emri ile timar oldu"(1) ifadesi kayıtlıdır. Bu durum da bize 1486'da Ayasofya'nın henüz camiye çevrilmediğini, ama vakıf mülklerinin elinden alınarak miri araziye dönüştürüldüğünü gösteriyor. Buna karşın aynı tahrirde Hristokefal/Hristokefalos Manastırı (Ortahisar Fatih Cami) için "Aslında cami olan Manastırın Vakfı idi. Padişahımız emri ile timar oldu" ifadesinin kullanılmış olması, 1486'da Ortahisar'daki Komnenos Kilisesi'nin camiye dönüştürülmüş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Fatih tarafından camiye dönüştürülmesi gerekli görülmeyen Ayasofya Kilisesi, fetihten yüzyılı aşkın bir süre sonra, 1572/73 tarihinde dönemin padişahının izniyle camiye çevrilmiştir. Ayasofya Kilisesi'nin Ayasofya Camiine dönüştürülmesi hakkında bize en gerçekçi bilgiyi ünlü Osmanlı bilgini Trabzonlu Aşık Mehmet vermektedir. Trabzon'un fethinden yaklaşık yüz yıl sonra 1556-1557 yıllarında Tekfur Sarayı Mahallesinde Hatuniye Medresesi müderrislerinden birinin oğlu olarak dünyaya gelen, Katip Çelebi'nin ünlü "Cihannüma" adlı kitabına öncüllük yapacak düzeyde coğrafya çalışmalarında bulunan ve çalışmasını "Menazirü'l- Avalim" (Alemlerden Manzaralar) adlı bir kitapta toplayan Trabzonlu hemşehrimiz Aşık Mehmet, kitabında (16). yüzyıl Trabzon'u hakkında ayrıntılı bilgi veren tek eser niteliğindedir. Prof. Dr. Mahmut Ak tarafından yayınlanan kitapta Aşık Mehmet'in bildirdiğine göre, önceden kilise iken padişah emri ile Kürd Ali Bey tarafından 980 H. (1572-73 M.) tarihinde camiye çevrilen Ayasofya'da ilk Cuma namazı kılındığında hutbe babası tarafından okunmuş ve hatiplik vazifesi de ona verilmiştir.(2) Türk Tarih Kurumu tarafından üç cilt olarak yayımlanan kitabın Trabzon camilerinden bahsedilen kısmında Ayasofya hakkındaki bilgiler (parantez içleri bize aittir) aynen şu şekildedir:(3)
"Salis (üçüncü) cami-i Ayasofya, sahil-i bahr üzere ebniye-i kâfiriyyeden (kâfir binalarından) yed-i Nasârâ'da (Hristiyanların elinde) bir kinîse (kilise) idi. Sene semânin ve tis'a-mi'e'de (H. 980/M. 1572-73) veyahut dahi sonrada Trabzon ayanından Kürd Ali Bey nam bir sahibü'l-hayr bu Ayasofya ila haysü mâ-lâ-yentehî (sonsuza kadar) Nasara yedinde (Hristiyanların elinde) olmağı münasip görmeyip emr-i sultani (padişah emri) ile yed-i Nasara'dan ahz edip (alıp) salat-ı cum'a ikameti (Cuma namazı kılınması) için minber ve mahfil-i müezzinin ihdas etmiştir..."
Ayasofya Kilisesi'nin camiye dönüştürülme tarihi hakkında bilgi veren bir diğer kaynak ise ünlü seyyah Evliya Çelebi'dir. Çelebi, Seyahatnamesinin Trabzon bölümünde Ayasofya'dan şu şekilde söz etmiştir: (4)
"Ayasofya Camii, Süleyman Bey Camii'nin garp tarafındadır. Derya kenarında vakidir. Küffar asrında bina edilmiştir. Sonra Kürlet Ali Bey namında bir vali hazret-i padişaha arz ettikten sonra bunu bâ emr-i sultani (padişahım emriyle) zabt ederek sene H. 991/ M. 1583 tarihinde bir mahfil ve minber-i dil-güşâ (gönül açıcı) bir cami haline koymuştur."
Bu konuda bilgi veren diğer bir çalışma ise Anthony Brayer'dir. Brayer sözkonusu çalışmasında, 1609'da Trabzon'a gelen ve Ayasofya hakkında bilgi veren Fransız seyyah Bordie'ye atıfta bulunarak yapının 1609'dan hemen önce camiye dönüştürüldüğüne işaret etmektedir.(5) Brayer'in atıfta bulunduğu Bordie ise eserinde Ayasofya'ya ilişkin şunları aktarmıştır:(6)
"Kilise kapalı durumdaydı; zira bu kilise, cami yapmaları ve ibadetleri için Türklere teslim edilmişti. Çok yaşlı bir Rum kadın bize kapıyı açtı... Ayin yapılan yerden ana kapıya kadar olan kısım içerisinde, mimarisi hayranlık uyandıran küçük küçük, mihraplı bölümler vardı. Türkler ayin yapılan sunakları ortadan kaldırmışlardı; artık burada hiç ibadet yapılmamaktaydı... Sütunlar üzerinde zarif tonozlar bulunmakta ve büyük duvar ile buna bağlı diğer duvarlar üzerinde, Ahdicedit'teki aziz kişiler ile İsa'nın çektikleri ve İncil'de bunları anlatan konuların figürleriyle zenginleştirilmiş çok güzel resimler yer almaktaydı... Öğrenebildiğim tek şey, bu kilisenin Rumlar tarafından kurulup, daha sonra tamamen kendi haline bırakıldığı, Türklerin burayı bir camiye dönüştürmek istedikleri, fakat her nedense, onların da bu eseri kendi haline terk edip artık burada ibadet yapmadıklarıydı..."
Bordie'nin ifadesinden 1609 yılında Ayasofya Kilisesi'nin kilise olarak fonksiyonunun sona ermiş olduğu, ancak henüz cami olarak da aktif bir ibadet yeri olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bilgi de bize, Ayasofya'nın 1572/73 yılında camiye çevrildiği, ancak mahallenin kent merkezine uzak ve halen Müslüman nüfusun az sayıda olmasından kaynaklı olarak aktif bir camiye dönüşememiş olduğunu düşündürmektedir.
Konuya dair ayrıntılı bilgi veren diğer bir çalışma ise Heath W. Lowry'nin Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi adlı kitabıdır. Fetihten sonra tutulan Osmanlı Tahrir Defterleri merkeze alınarak yapılan bu çalışmada da şehrin batı varoşlarında bulunduğu belirtilen Ayasofya Mahallesi'nin 1486, 1523 ve 1583 tahrirlerine göre bir Hristiyan toplumunun geleneksel merkezi olma niteliği taşıdığını belirten Lowry, St. Sophia Kilisesi'nin Ayasofya Camii'ne dönüştürülmesinin 1572 yılında ya da bundan kısa bir süre sonra gerçekleştiğini ifade etmektedir.(7)
Bütün bu dönem kaynakları üzerinde yapılan çalışmalar ışığında Ayasofya Kilisenin, Camiye dönüştürülmesine dair Aşık Mehmet'in birinci el kaynak olarak verdiği bilgiye, yani camiye dönüştürülme tarihinin fetihten yüzonbir yıl sonra 1572/73 yılında gerçekleştiği bilgisine itibar etmek akla en uygun durum olsa gerektir.
Ayasofya Camii, Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın tasarrufunda mıdır?
Yukarıda da belirttiğimiz üzere Trabzon'un fethi sırasında bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından kiliseden camiye çevrilen iki cami vardır. Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'na dair elimizde kesin bir kayıt olmamakla birlikte, Trabzon Rum Devleti'nin baş kilisesi olduğu için simgesel egemenlik göstergesi olması bakımından camiye çevrilen Ortahisar Fatih Camii'nin kurumsal bir kimlik kazanması ve her türlü ihtiyacının karşılanması amacıyla Fatih tarafından kurulduğu düşünülebilir. Zira Müslüman-Türk Osmanlı egemenliğinin simgesi olarak camiye dönüştürülen bu mabedin herhangi bir ekonomik sorunla karşılaşmadan Müslüman cemaatin hizmetine sunulması da ayrı bir önem arz etmektedir.
Tapu tahrir kaydı ve şeriyye sicilleri gibi birinci el Osmanlı arşiv belgelerinden yararlanarak Trabzon'un fethinden başlayıp yaklaşık 150 yıllık bir dönemi en ince ayrıntılarına kadar irdeleyerek değerli bir doktora çalışması yapan Yrd. Doç. Dr. Hanefi Bostan'ın tespitine göre, Fatih Sultan Mehmet Han Evkafı, Cami-i Atik (bugünkü Ortahisar'daki Fatih Camii) için olup bu vakfa ait 1486 tarihli tahrirde 21 adet icaresi mevcuttur.(8) Fetihten 25 yıl sonra yapılan ilk tahrir yazımında Fatih Sultan Mehmet Han vakfından söz edilmekle birlikte bu vakfın yalnızca Ortahisar'daki Fatih Camii ile ilgili olduğu kaydı da düşülmüştür. Başka bir ifadeyle bu kayıtta, Fatih Sultan Mehmet Han vakfının yetki ve sorumluluğu, bizzat Fatih tarafından camiye çevrilen Ortahisar Fatih Camii ile sınırlı görülmektedir. Nitekim 30 Aralık 1560 tarihinde Trabzon sancakbeyliğine atanan ve döneminde sancağın tahririni yaptıran Kasım Bey'in, Trabzon şehrinin Ortahisar semtindeki Fatih Sultan Mehmet Camii'ne bazı yerleri vakfetmiş olduğuna dair kayıtlar (9) da bu vakfın yalnızca Ortahisar'daki cami ile sınırlı olduğu görüşünü desteklemektedir.
Öte yandan Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğü arşivinde bulunan, ancak 1990'lı yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne gönderilen (13) adet Vakfiye Kayıt Defteri üzerinde bir çalışma yapan Prof. Dr. Mustafa OFLAZ, bunlardan 1842-1843 tarihli kayıtları içeren "1 Nolu Vakfiye Kayıt Defteri" üzerinde yaptığı çalışmada bu tarihte şehirde 30 adet vakıf camii bulunduğunu belirtmektedir. Oflaz, söz konusu defterin ilk sayfasında birinci sırada kayıtlı vakfın Fatih Sultan Mehmet'in cami vakfı olduğunu belirtmekte ve kaydın ilk satırında "Ebulfeth Sultan Mehmet Han aleyhi'r-rahme ve'l-gufran hazretlerinin cami-i kebirinin ...." ifadesinin yer aldığını kaydetmiştir. Oflaz, konuya dair birinci el kaynak olan vakfiye defterinin ilk sayfasında kayıtlı olan bu vakfın Ortahisar'daki büyük camiye (Ortahisar Fatih Camii'ne) ait olduğunu ifade etmiştir. Mustafa Oflaz'a göre, incelediği 1 nolu Vakfiye Kayıt Defterinde yer alan çeşitli vakıflara dair kayıtların başında o vakfa ait vakfiye kaydı bulunmakta ise de Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın vakfiye kaydının defterin ilgili sayfasında yer almadığını (10) belirtmesi manidar bir durumdur.
Bu tespit ve değerlendirmelerden Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın, büyük olasılıkla Fatih'in Trabzon Rum Devleti'nin baş kilisesi konumunda bulunan Altınbaş Meryem Kilisesini, Türk ve Müslüman mührünü vurmak üzere bizzat camiye çevirerek namaz kıldığı Ortahisar Fatih Camii'nin faaliyetlerini desteklemek üzere kurduğu/kurdurduğu bir vakıf olduğu sonucuna varılabilir.
Öyle ise halen müze olarak kullanılan Ayasofya'nın Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarında Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na ait kayıtlı olduğunun açıklanması nasıl izah edilebilir? Bu konuyu açıklığa kavuşturacak yegâne belge, hiç kuşkusuz söz konusu Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın "vakıf senedi" olacaktır. Zira, İstanbul Ayasofya Kilisesi'nin Fatih tarafından camiye çevrilmesine dair vakıf senedi/vakfiye kaydı internet ortamında herkesin bilgisine sunulmuş ve bu konuda herhangi bir tereddüde mahal kalmamıştır. Buna karşın Trabzon Ayasofya'sının camiye dönüştürüldüğü tarihte Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na ait olduğuna dair, konuya ilişkin yukarıda kaynak göstererek aktarmalar yaptığımız hiçbir belge ve kayıt bulunmasına rağmen, bahse konu tartışmaların "olmayan belge" üzerinden sürdürülmeye çalışılması, bu görüşü savunanları desteksiz ve kanıttan yoksun bırakmaktadır. Her ne kadar Ayasofya Camii'ne ait internet sitelerinde yer alan tapu örneğinde söz konusu taşınmazın Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na ait olduğu kaydı bulunsa ve bu kayıt bugünün gerçekliğine işaret etse de bir tüzel kişilik statüsünde bulunan vakıflar için en temel belge vakfiye kaydı/vakıf senedidir. O halde öncelikle Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na ait vakıf senedinin, İstanbul Ayasofya'nınkinde olduğu gibi kamuoyuna açıklanması bazı tartışmaları ve soru işaretlerini ortadan kaldırmak için gerekli bir durumdur.
Kaldı ki, yetkililerin kamuoyuna sundukları Ayasofya Camii'ne ait "tapu senedi" hiç kuşkusuz resmi bir belge olmakla birlikte söz konusu taşınmaz eserin durumuna dair diğer çelişkilerin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu durumda iki olasılık akla gelmektedir.
Birincisi ya Trabzon'un fethi sırasında bizzat Fatih tarafından kurulan Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın içinde Ayasofya Kilisesi'nin de cami olması öngörülmüş ve kaydedilmişse, padişah buyruğuna rağmen Ayasofya Kilisesi'nin camiye çevrilmesi Fatih'in ölümünden yaklaşık 110 yıl sonrasına mı bırakılmıştır? Başka bir ifadeyle İstanbul'u alarak Bizans Devleti'ni (Doğu Roma'yı) tarih sahnesinden silen Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya Kilisesi'nin de cami olmasını emretmesine rağmen bu buyruğu ancak 110 yıl sonra mı yerine getirilmiştir? Kuşkusuz bu seçenek geçersizdir.
İkinci ihtimal ise yukarıda Hanefi Bostan ve Mustafa Oflaz'dan aktarılan belge ve bilgilere göre Fatih tarafından kurulan Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın sorumluluk sahası yalnızca Ortahisar Fatih Camii'ne münhasır ise o halde tapu kaydı nasıl izah edilmelidir?
Ayasofya Camii Vakfı var mıdır, varsa ne zaman kurulmuştur?
Her ne kadar kamuoyundaki tartışmalarda sözü edilmemiş olsa da Osmanlı dönemi kayıtları üzerinde yapılan incelemelerde Ayasofya Camii Vakfı adlı başka bir vakıf olduğuna dair bilgilere rastlanmaktadır. 1940'lı yılların ikinci yarısında Trabzon Vakıflar Müdürü olarak görev yapan ve görevi sırasında, 1948 yılında Trabzon vakıfları hakkında bir rapor hazırlayarak Vakıflar Genel Müdürlüğüne sunan Mehmet Kurnaz'ın raporunda konuya dair tespiti aynen şöyledir: (11)
"Ayasofya Camii Vakfı; Fatih Sultan Mehmet Trabzon'u fethettiğinde kiliseden camiye çevrilmiş ve Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı unvanı verilmiştir."
Kurnaz raporunda, konuya dair bu bilginin 1258 H. (1842 M.) tarihli Vakfiye Kayıt Defterinin 91. sayfasında yer aldığını da ilave etmektedir.
Görüldüğü gibi Mehmet Kurnaz'ın aktardığı bilgilerin dayandığı kaynak ile Prof. Dr. Mustafa Oflaz'ın makalesinin kaynağı, Trabzon vakıflarına ait Vakfiye Kayıt Defteri'dir. Aynı kaynak üzerinde araştırma yapan Kurnaz ve Oflaz'ın 1842 yılı kayıtlarına göre Trabzon'da 30 adet vakıf camii olduğunu belirtmesi (Kurnaz'ın raporunun adı "Trabzon'da 35 Vakfa Ait Notlar" olsa da bunlardan beşi cami olmayıp türbe vb. eserlere ait olup geriye 30 adet cami vakfı kalmaktadır) ve bunlar arasında Ayasofya Camii Vakfı adlı bir vakfın bulunduğunu belirtmesine rağmen Oflaz'ın sıraladığı 30 cami vakfı listesinde Ayasofya Camii Vakfı'na rastlanmamış olması irdelenmeye değer bir durumdur. Kuşkusuz bu çelişkinin ortadan kaldırılmasının yegane yolu, halen Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan 1842 tarihli Trabzon Vakfiye Kayıt Defterlerinin transkribe edilerek kamunun bilgisine açılmasından geçmektedir. Kurnaz ile Oflaz'ın verdiği bilgilerin kritik edilmesi, belgenin asıl kaynağına gitmekle mümkün olabilecektir. Ancak Kurnaz'ın Ayasofya Cami Vakfı'na dair verdiği bilgide başka bir tutarsızlık daha mevcuttur. Kurnaz'ın yukarıda aktarılan ifadesinde Ayasofya Kilisesi için yer verdiği "Fatih Sultan Mehmet Trabzon'u fethettiğinde kiliseden camiye çevrilmiş" ibaresi gerçekle bağdaşmamaktadır. Zira yine yukarıda ayrıntısıyla belirtildiği üzere Ayasofya Kilisesi, Trabzon'un 1461 yılındaki fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmemiştir. Aşık Mehmet, ve Evliya Çelebi'nin kayıtlarında da belirtildiği gibi Ayasofya Kilisesi, padişah izniyle 1572/73 tarihlerinde camiye çevrilmiştir. Bu veriler ışığında Mehmet Kurnaz'ın çalışmasında Ayasofya Camii Vakfı'na dair verdiği bilgilerin çok da sağlıklı olmadığı söylenebilir. Sonuç olarak şayet Ayasofya Camii Vakfı adlı bir vakıf varsa o da ancak kilisenin camiye çevrildiği 1572-73 tarihlerinde kurulmuş olabilir.
Zira bu görüşümüzü destekler mahiyetteki bir veri, Osmanlı klasik dönemi Trabzon Vakıfları üzerinde doktora çalışması yapan değerli akademisyen Sebahattin Usta tarafından Trabzon Kadı Sicillerinde tespit edilerek benimle paylaşılmıştır. Buna göre, 1827 nolu Trabzon Şeriye/Kadı Sicili'nde yeralan 1631 (1041 H) tarihli Ayasofya Cami-i Şerifi Vakfı'na mütevelli tayini konulu bir kayıtta aynen şu ifadeler yeralmaktadır:(12)
"Sadaret kaimmakamı (vekili) Vezir Recep Paşanın adamlarından Sinan südde-i saadete (istanbula) gelip Trabzon kazasında olan Ayasofya Cami-i Şerifinin evkafı tevliyetinin kendisine verilmesi için yardım rica edince tevcih edip bu nişan-ı hümayunu verdim ve buyurdum ki gidip vakıf mütevellisi olsun ve vazifesini yapsın hiç kimse ahde mani olmasın şöyle bilesiz alameti şerife itimat kılasız...."
Bu sicil kaydından, 1631 yılında Trabzon'da Ayasofya Cami-i Şerifi Vakfı adlı bir vakfın yeraldığı açıkça görülmektedir. Bununla birlikte, Fatih döneminden itibaren tutulmakta olan Şeriye Sicillerinin taranmasında, Ayasofya Cami-i Şerif Vakfı'na dair daha önceki yıllara ait başkaca bir kaydın bulunmaması, bizim yukarıda izah etmeye çalıştığımız hususa işaret etmekte olsa gerektir. Başka bir ifadeyle bu durum, Ayasofya Cami-i Şerif Vakfı'nın, Ayasofya Kilisesi'nin camiye dönüştürüldüğü 1572/73 tarihi itibarıyla kurulduğu şeklinde anlaşılmalıdır. Bu durumu daha açık bir şekilde ifade edecek olursak şunlar söylenebilir.
Her ne kadar kuruluş senedi/vakfiye kaydı henüz ortada yoksa da şayet Ayasofya Kilisesi fetih sırasında Fatih tarafından camiye çevrilmiş ise, yukarıda zikredilen dönem çalışması Hanefi Bostan'ın çalışmasında Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na Ortahisar Camii için bazı mülklerin tahsis edilmiş olmasına rağmen Ayasofya Camii'nin adından söz edilmemesi izaha muhtaç bir durumdur. Öte yandan şayet Ayasofya Kilisesi Fatih tarafından camiye çevrilmiş ve tıpkı Ortahisar Camii gibi Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın temellükü içinde yeralmış ise 1631 tarihli Şeriye Sicili'nde Ayasofya Camii Vakfı'na mütevelli atanmasına dair mahkeme kaydı nasıl izah edilecektir? Başka bir ifadeyle, Ayasofya Camii'nin, Fatih Sultan Mehmet'in fetih sırasında camiye çevirerek Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'na bağladığı varsayılsa bile, Ayasofya Camii 1630'lu yıllarda bu vakıftan ayrılarak Ayasofya Camii Vakfı adıyla kurulan yeni bir vakfa mı devredilmiştir? Hiç kuşku yok ki böyle bir gelişme, hem Fatih'in iradesine, hem de onun tarafından kurulan Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın vakıf senedine aykırılık teşkil eder bir durum olacaktır.
Ayasofya Camii'nin tapu kaydında Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına kayıtlı olması nasıl açıklanabilir?
Yukarıdaki bölümlerde de yapmaya çalıştığımız değerlendirmelerden hareketle, Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinden sonraki süreç şöyle gelişmiş olmalıdır.
- Ayasofya'nın Fatih tarafından fetih sırasında camiye çevrilmediği ortadadır. Zira 1486 tarihli Tahrir Defteri ile Osmanlı Arşivlerinde yeralan klasik dönem belgelerinde, Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na ait kayıtlarda Ayasofya Camii'ne dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
- Dönem kaynaklarına göre, Ayasofya 1572/73 tarihinde camiye çevrilmiş olduğundan, camiye çevrilme işleminden sonra mabedin fonksiyonlarını sürdürebilmesi için gelir kaynağı oluşturmak üzere Ayasofya Camii Vakfı kurulmuş olmalıdır. Zira Trabzon Şeriye Sicillerinde Ayasofya Camii Vakfı'na ilk kez 1631 tarihli bir mahkeme kaydında rastlanması da, yapının camiye çevrildiği 1572/73 tarihinden sonra yeni bir vakıf kurulduğuna işaret etmektedir.
- Şayet Ayasofya fetih sırasında Fatih'in iradesiyle cami yapılmış olsaydı, yine Fatih'in iradesiyle fetih sırasında cami yapılan Ortahisar ve Yeni Cuma camileri için kurulan Fatih Sultan Mehmet Vakfının temellükünde bulunması gerekirdi. Hal böyle olunca da, yukarıda belirttiğimiz üzere 1600'lü yılların başında varlığına rastladığımız Ayasofya Camii Vakfı adlı yeni bir vakfın kurulmasına hem gerek olmaz, hem de böylesi bir uygulama Fatih'in iradesine aykırılık teşkil ederdi.
- Konuya ilişkin Osmanlı Arşivlerinde yeralan yakın dönem vesikalarından 1802 tarihli bir belgede, Ayasofya Camii'nin Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın uhdesinde bulunduğu belirtilmektedir. Bu belge şu şekilde değerlendirilebilir: Ayasofya'nın camiye çevrildiği 1572/73 yılından sonra adına kurulan Ayasofya Camii Vakfı, bir süre varlığını ve işlevini sürdürmüş olmakla birlikte 1802 tarihinden itibaren (en azından elimizdeki belgeye atfen) Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın temellüküne geçmiş olmalıdır. Bu tarihten itibaren de günümüze kadar aynı vakfın uhdesinde ve temellükündedir ki bugün Vakıflar idaresinin elinde bulunan tapudaki mülkiyet kaydı da buna göre çıkarılmış olmalıdır. Zira, Oflaz'ın makalesinde (ki bu makale 1842 tarihli vakfiye kayıt defterine göre yazılmıştır) de Ayasofya Camii Vakfı adlı bir vakfın yeralmamış olması da bu değerlendirmemizi desteklemektedir.
Ayasofya Camii, Ayasofya Müzesi'ne ne zaman ve nasıl dönüştürüldü?
Ayasofya Kilisesi, 1572/73 yılında padişah izniyle camiye dönüştürüldükten sonra 1864 tarihinde kapsamlı bir onarım geçirmiş ve nihayet I. Dünya Savaşı sırasında, 1916-1918 yılları arasında yaşanan Rus işgalinde fresklerin üzerleri açılarak yeniden kiliseye dönüştürme girişimleri sürdürülmüştür. 24 Şubat 1918 tarihindeki kurtuluştan sonra askeri depo ve hastane olarak kullanılan bina yeniden cami olarak kullanılmak üzere önce Vakıflar Müdürlüğüne, sonra bu müdürlükçe 30.04.1953 tarihli bir tutanakla Ayasofya Mahallesi muhtarlığına teslim edilmiştir.13 Bu tarihten itibaren yeniden cami olarak işlev görmeye başlayan yapı, aradan kısa bir süre geçtikten sonra, 1957 yılında yeni bir uygulamaya tanıklık etmiştir.
Bu uygulama Ayasofya Camii'inde başlatılan restorasyon çalışmasıdır. Sözkonusu restorasyon çalışması hakkında bilim heyeti adına David Winfield tarafından dönemin Milli Eğitim Bakanlığına her 6 ayda bir gönderilen rapor, müteakip yılların 1959, 60, 61, 62 yıllarında 5 rapor olarak Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünce çıkarılan Türk Arkeoloji Dergisi'nde yayımlanmıştır. Bu raporlardan anlaşıldığına göre Ayasofya Camii'nde restorasyon çalışması, bu yapı üzerinde daha önceki yıllarda akademik bir çalışma yapan S. Andrew's Üniversitesi'nden Prof. Dr. D. Talbot Rice'ın fresklerin açılması önerisi üzerine temellendirilmiştir.
Prof. Dr. D. Talbot Rice'ın bu önerisi üzerine İstanbul Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Ernest Hawkins tarafından 1956 yılında sözkonusu restorasyona ilişkin bir fizibilite raporu hazırlanmış ve bu rapor DP Hükümeti tarafından 1957'de uygun görülmüştür. Dönemin Milli Eğitim Bakanlığı ile İngiltere'nin Edinburg Üniversitesi arasında düzenlenen bir protokolle Ayasofya Camii'nde restorasyon çalışması 1957 yılı sonunda başlamıştır. Gerekli iskelelerin kurulmasından sonra ilk çalışma 26 Mayıs ile 3 Ekim 1958 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Michael Smith başkanlığındaki çalışma heyetinde A. Powell, Robert Thomson ve David Winfield bulunmakta olup kazı gözlemciliğini Trabzon Lisesi Tarih Öğretmeni Aliye Aşırbaylı gerçekleştirmiştir.(14) Türk Arkeoloji Dergisi'nde restorasyon çalışmasına dair yayımlanan raporlarda dikkati çeken diğer bir husus ise, çalışmada gösterdikleri kolaylıklar nedeniyle dönemin Vakıflar Bölge Müdürü ile Trabzon Valisine(15) ve Demokrat Parti'li Trabzon Belediye Başkanı Fikri Karanis'e çalışmada gösterdiği kolaylıklar nedeniyle teşekkür edilmiş olmasıdır.16 Zira bu raporlardan da açıkça anlaşılmaktadır ki Ayasofya'da sürdürülen restorasyon çalışmasından, dönemin DP Hükümetinin haberi olduğu gibi, Trabzon vali ve belediye başkanının da bu çalışmaya destek verdikleri açıkça ortadadır. Bu destek ve bilgi ışığında sürdürülen restorasyon faaliyeti, 7 Mayıs-26 Kasım 1961 tarihinde yapılan 5. ve son çalışma ile sona ermiştir.(17)
Restorasyon çalışması sırasında, ibadet mahalli ile restorasyon yapılan yerin arası tahta perde ile ayrılarak ibadet sürdürülmüştür.(18) Bununla birlikte fresklerin üzerlerinin açılması üzerine, camide namaz kılmanın doğru olmadığı gerekçesiyle mahallede yeni bir cami yapılması girişimi başlatılmış ve 1961 yılında başlayan inşaat 1965'te tamamlanarak ibadete açılmıştır. Restorasyon dönemi süresince, yapı hala cami olmasına rağmen cemaat fiilen bu mekanı terk etmiştir.
Yeni caminin yapılmasıyla birlikte restorasyon gördüğü ve fresklerin açılması nedeniyle cemaatten yoksun kalan ve boş bir şekilde turistlerin ziyaret ettirilmesi ve mufazasının sağlanması amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı'nın gözetimine verilen(19) Ayasofya Camii, 1964 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü uhdesinde müze olarak hizmete açılmıştır.
Bu tarihten itibaren Trabzon'a gelen yerli ve yabancı turistlerin ilk uğrak mekanı olan Ayasofya Müzesi'nin tapu kaydına göre Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'nın mülkiyetinde bulunduğu gerekçesiyle Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Trabzon Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'nde 1996/409 esas ve 1997/315 karar nolu dosya ile haksız müdahalenin önlenerek Vakıflara devredilmesi talebiyle dava açılmıştır. Sözkonusu mahkeme talebi değerlendirerek; Taşınmaz Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu'nun 4.9.1985 gün ve 1426 sayılı kararı ile korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edildiği ve Aynı Bakanlığın Ankara Bölge Kurulu'nun 24.01.1986 gün ve 835 sayılı kararıyla Türk cami mimarisi özellikleri taşımadığı, kilise özelliklerinin yanında iç duvarlarındaki freskleri, zemin mozaikleri ve dış duvarlarındaki kabartmaları ile bu yapıya cami fonksiyonu verilmesinin uygun olmadığına karar verildiği belirtilerek sözkonusu yapı üzerindeki Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu kararlarının kaldırılmadan haksız müdahaleden sözedilemeceğini belirterek davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemenin bu kararına Vakıflarca yapılan itiraz, Yargıtay I. Hukuk Dairesi'nin 1998 tarih, 6603 esas ve 9265 sayılı kararıyla yerel mahkemenin verdiği karar onanmıştır.
Aradan 14 yıl gibi bir süre geçtikten sonra Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Trabzon Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nde 2011/102 esas ve 2011/194 karar nolu dosya ile haksız müdahalenin önlenmesi talebiyle yeni bir dava açılmıştır. Bu davada da mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Bu karar da Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Yargıtay nezdinde temyiz edilmiştir. Yargıtay 1. Hukuk dairesinin 2012/5916 esas, 2012/8101 karar nolu ve 27.6.2012 tarihli kararıyla yerel mahkemenin davanın reddine verdiği kararı, her ne kadar Anıtlar Yüksek Kurulu'nun sözkonusu yapının müze olarak kalmasına dair kararı olsa da bu konuda asıl yetkinin mülk sahibi olan Vakıflar İdaresine ait olduğu gerekçesiyle yerel mahkemenin kararını bozarak yeniden yerel mahkemeye iade etmiştir.
Yargıtay'ın bozma kararını müteakip Trabzon 1. Asliye Hukuk Mahkemesi bu kez 2012/240 eses ve 2012/386 karar nolu kararıyla Yargıtay'ın bozma kararına uyarak açılan davanın kabulü ile Kültür Bakanlığının Vakıflar İdaresine ait yere olan müdahalesinin önlenmesine karar vermiştir. Bu kez karar Trabzon Muhakemat Müdürlüğü tarafından Yargıtay nezdinde temyiz edilmiş olmasına rağmen davayı kaybetmiştir. Ve buna bağlı olarak Ayasofya Müzesi'nin Kültür Bakanlığınca Vakıflar Genel Müdürlüğüne devir işlemleri başlatılmıştır.
Bugün ulusal basında yer alan "İstanbul Ayasofyası"nın 1934 yılında bir kararname ile müzeye dönüştürülmesine dair dönemin iktidarına yönelik yapılan ağır eleştirilerde bulunanlar, "Trabzon Ayasofyası"nın müzeye dönüştürülme sürecinin başlangıcı olan Edinburg Üniversitesi hocalarına freskleri açma konusunda izin veren 1958 yılındaki hükümetin Milli Eğitim Bakanlığının tavrını neden hiç dillendirmedikleri ve eleştirmedikleri oldukça manidar bir husustur.
Sonuç
Yukarıda belgelere dayanarak verdiğimiz bilgilerle, Trabzon Ayasofya Kilisesi'nin önce camiye, ardından müzeye, bugünlerde ise yeniden camiye dönüştürülmesi tartışmalarının tarihsel sürecinin doğru bir zemine oturtulmasına katkı sağlamaya çalışılmıştır. Eldeki belge ve bilgilere dayanarak konuya dair şunlar söylenebilir.
- Ayasofya Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet'in 1461'de Trabzon'u fethederek Osmanlı egemenliği altına aldığı dönemde cami yapılmamış, yaklaşık yüz yıl sonra 1572/73 tarihinde dönemin padişahının izniyle camiye dönüştürülmüştür.
- Buna bağlı olarak, bizzat Fatih tarafından camiye dönüştürülmemiş olan Ayasofya'nın doğal olarak Fatih'in emriyle kurulmuş olması muhtemel olan Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın tasarrufu altında olması mümkün olamaz.
- Şayet Ayasofya Camii'nin, Fatih Sultan Mehmet Vakfı'nın tasarrufu altında olduğuna dair vakıf senedi veya belgesi varsa Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bu belge bir an kamuoyu ile paylaşılarak belirsiz durum açıklığa kavuşturulmalıdır. Bugün Ayasofya'ya ait Vakıflar Bölge Müdürlüğünün elinde bulunan tapu senedi, bugünün gerçekliğini (veya tapunun çıkarıldığı tarihteki gerçekliği) tespit eden hukuki bir belgedir. Bu belge, vakıf senedi değildir ve hukuken de vakıf senedinin işlevini görmez. Çünkü vakıf senedi, sözkonusu vakfı kuran iradenin temelini oluşturan ve bu iradenin kurduğu vakıfla ilgili hukuki sınırları belirleme yetki ve özelliğine sahip temel belge özelliği taşımaktadır.
- 1957 yılında Demokrat Parti Hükümetinin Vakıflar Genel Müdürlüğü veya Milli Eğitim Bakanlığınca Ayasofya Camii'indeki fresklerin açılması çalışmalarını yürütmek için İngiltere'nin Edinburg Üniversitesi akademisyenlerine verdikleri izin belgesinin hangi gerekçelerle verildiğinin ve neleri içerdiğinin açıklanması gereklidir. Zira, ibadete açık bir caminin içindeki fresklerin üzerleri açılarak restore edilmesine izin verilmesi, freskli bir mekanda namaz kılınamayacağına göre, daha o tarihlerde Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesine karar verilip verilmediğinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
- Ayasofya'nın müzeden camiye dönüştürülmesi kararı kanaatimizce hukuki bir karardan çok siyasi bir karar olacaktır. Ancak şayet böyle bir karar alınıp uygulanacaksa arkadan ne gibi gelişmelerin meydana gelebileceği iyi hesaplanmalıdır kanısındayım. Çünkü şayet Ayasofya Müzesi bir vakfın temellükünde ise ve bu temellükün yalnızca vakıf senedine uygun şekilde kullanılması gerektiğinden hareket edilecek olursa, bu sürecin devamında başka bir gelişmenin daha olabileceğinden endişelenmek de gerekir. O da şudur: Bilindiği gibi Osmanlı döneminde statüsünde herhangi bir değişiklik olmadığı ve eski işlevini aynen sürdürdüğü için (1923 mübadelesine kadar) bir gayrimüslim vakfı statüsünde bulunan Sümela Ören Yeri (Manastırı) (Meryemana Manastırı)'nin de vakfiyesinde belirtilen sahiplerine bırakılması gündeme gelebilir mi? Böyle bir talep gündeme gelirse buna da "bu bir hukuki haktır" noktasından bakılabilir mi, bakılmalı mıdır? Şayet, esas olanın hukuki hakkın teslimi olduğu düşünülürse o zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasal egemenliği ve bağımsızlığı nasıl izah edilecektir?
- Vakıflar, egemenliği altındaki ülkenin yasaları ile sınırlı müesseselerdir. Osmanlı Devleti, özünde Şer'i Hukuk kurallarına göre yönetilen bir devlet olduğuna göre, o dönem içinde vakıfların statüsü de bu çerçeve içinde değerlendirilmiş ve uygulama bu şekilde yapılmıştır. Halbuki, bugün üzerinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Şer'i hukuk kurallarına göre değil, akılcı hukuk kurallarına göre kurulmuş bir devlettir. O halde, bu yeni devletin Osmanlı hukukuna göre kurulmuş vakıf müesseseleri ile ilgili yeni bir tasarrufu olması gerekmez mi? Ya da doğal değil midir? Aksi halde bugünün Trabzon'u için söylenecek olursa, Trabzon merkezden başlamak üzere Akçaabat, Çarşıbaşı, Vakfıkebir, Beşikdüzü ve Şalpazarı ilçelerinin köylerinin neredeyse tamamı Yavuz Sultan Selim'in annesi tarafından kurulan Gülbahar Hatun Vakfı'nın mülkiyetindedir. Şayet Ayasofya meselesinde olduğu gibi hareket edilecek ve anılan vakıf adına açılacak davalarda bahsedilen köylerdeki yerleşimlere son mu verilecek ve bu köylerdeki onbinlerce insan başka bir yere mi göç ettirilecektir?
(2) Aşık Mehmed, Menazirü'l- Avalim, Haz: Mahmut Ak, Cilt: I, Ankara 2007, Türk Tarih Kurumu, s. XXXIX.
(3) Aşık Mehmet, age, cilt: III, s. 1025.
(4) Evliya Çelebi, Seyahatname, Dersaadet İkdam Matbaası, 1314, cilt 2, s. 88.
(5) Anthony Brayer, David Winfield, The Byzantine Monuments and Topography of the Pontos, Vol: I, Washington 1985, s. 234.
(6) Relation D'un Voyage En Orient, Par Julien Bordier, Ecuyer de Jean Gontaut, Baron De Salignac, Ambassadeur a Constantinople (1604-1612). Atina 1934, s. 117-119.
(7) Heath W. Lowry, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi 1461-1583, İstanbul 1981, s. S. 100-104.
(8) Bostan, age, s. 396.
(9) Hanefi Bostan, XV ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, Ankara 2002, Türk Tarih Kurumu, s. 63.
(10)Mustafa Oflaz, "1 Nolu Vakfiye Kayıt Defteri'ne Göre 1842 Yılı Trabzon Merkez Vakıfları", Akademik Yorum, Trabzon Güz 1992, s. 20-21.
(11)Mehmet Kurnaz, "Trabzon'da 35 Vakfa Ait Notlar" Trabzon Fetih Yıllığı, Hazl: İsmail Hacıfettahoğlu, Muhittin Bal, Ankara 1994, Atlas Yayıncılık, s. 94.
(12)TŞS, No: 1827, 1631 (1041).
(13)Mustafa Yazıcı, Trabzon Ayasofya Cami-i Şerifi, Trabzon 2002, s. 63.
(14)David Winfield, "A Raport Of Work Accomplished at Trabzon", Türk Arkeoloji Dergisi, C:IX-1, 1959, s. 41.
(15)David Winfield, "Ayasofya Trabzon-1961", Türk Arkeoloji Dergisi, C:XI-2, 1961, s. 56-58.
(16)David Winfield, "Ayasofya Camii- Trabzon-1959", Türk Arkeoloji Dergisi, C:X-1, 1960, s. 71-72.
(17)David Winfield, "Ayasofya Camii Trabzon 1962", Türk Arkeoloji Dergisi, C:XII-1, 1962, s. 45-48.
(18)Muhammet Yavruoğlu, "Ayasofya (Fetih) Cami", Karadeniz Olay Gazetesi, 2 Şubat 1986.
(19)Trabzon Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'nin 1996/409 esas ve 1997/315 kararı.
PROF.DR.RUŞEN KELEŞ
(A.Ü. SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ)
KONUŞMACILAR:
EYÜP MUHCU
(MİMARLAR ODASI GENEL BAŞKANI)
DOÇ.DR. EMRE MADRAN
(ODTÜ MİMARLIK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ)
VEYSEL USTA
(ARAŞTIRMACI YAZAR)
Trabzon Vakfı tarafından, 23 Mayıs 2013 Perşembe günü Vakıf Merkezi Ahmet Yıldız Konferans salonunda "Kültürel Mirasımızın Korunması ve Ayasofra Müzesi" başlıklı bir panel düzenledi. Vakıf Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ruşen Keleş'in başkanlığında yapılan panele Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Madran ve Araştırmacı-Yazar Veysel Usta konuşmacı olarak katıldılar.
Toplantı, Vakıf Başkanı Bilgin Aygül'ün sunuş konuşmasıyla başladı. Aygül, Ayasofya Müzesi'nin Trabzon kültür ve turizmi için öneminden sözederek başladığı konuşmasını, kente en önemli ekonomik girdi sağlayan, ulusal ve uluslararası turizm değerlerinin başında bulunan Ayasofya Müzesi'nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilme girişiminin Trabzon için olduğu kadar ülkemiz açısından da büyük bir ekonomik ve prestij kaybı olacağını belirtti.
Panel yöneticisi olan Prof. Dr. Ruşen Keleş konuşmasına, Ayasofya Müzesi'nin yapılışından günümüze kadarki tarihsel süreci hakkında ayrıntılı bir bilimsel değerlendirme yaparak başladı. Trabzon'da korunması gerekli kültür varlıklarının en özgün örneklerinden biri olan Ayasofya Müzesi'nin hem mimari özellikleri, hem de fresk ve diğer süslemeleriyle bölgenin en önemli yapılarından biri olduğunu vurguladı. Yapının, Anıtlar Yüksek Kurulu kararlarına dayalı olarak 1964 yılından itibaren anıt müze olarak işlevlendirilmesinin hem böylesine önemli bir kültür varlığının korunması, hem de kültür ve turizm açısından önemine işaret etti.
Konuşmacılardan ilk sözü alan Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, Anadolu'nun kültür mirası zenginliği açısından uygarlık tarihinin bir tür açık hava müzesi niteliği taşıdığını, ülkelerin geçmişten devraldıkları kültür miraslarını koruyarak gelecek kuşaklara aktarmak gibi asli görevleri olduğunu belirtti. Bu bağlamda yapılan bazı yanlış uygulamalardan sözeden Muhcu, Türkiye'nin bu konuda altına imza attığı çok sayıda uluslararası sözleşme bulunduğunu, uygulayıcıların bu sözleşmelere uygun davranışlar sergileme konusunda gerekli duyarlılığa sahip olmalarının önemine işaret etti. Bu bağlamda, yaklaşık elli yıla yakın bir süre müze işlevini sürdüren ve Trabzon'la özdeşleşmiş bulunan Ayasofya Müzesi'nin işlev değişikliğinin Trabzon açısından önemli bir kayıp olacağı gibi, ülkemizin kabul etmiş olduğu uluslararası sözleşmelere de aykırılık oluşturduğunu vurguladı.
İkinci konuşmacı olan ve "Kültürel Miras Mevzuatı" konusunda akademik çalışmalarıyla bilinen ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Emre Madran, Türkiye'nin kültürel mirasın korunması ile ilgili olarak kabul etmiş olduğu uluslararası mevzuat bağlamında konuyu ele alarak değerlendirmelerde bulundu. Madran, dünyanın bugün eriştiği bilinç aşamasında kültür mirasının korunmasına büyük önem verdiğini, bu çerçevede çeşitli uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından çalışmalar yapıldığını, ülkemizin de bu çalışmalar sonunda hazırlanan çok sayıda uluslararası mevzuatı kabul ettiğini, bunlardan bir kısmının TBMM'de kabul edilerek yasalaştığını belirtti. Bu bağlamda, Ayasofya Müzesi'nin fonksiyon değişikliğinin yalnızca bazı iç idari kararlarla ele alınıp uygulanamayacağına değinen Madran, ülkemizin de kabul ettiği uluslararası mevzuat dikkate alınmadan yapılacak uygulamaların küreselleşen dünyada ülkemizin ciddi bir prestij kaybına neden olacağını vurguladı. Başka bir ifadeyle, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun, Ayasofya'ya müze fonksiyonu verilmesi hakkındaki kararının gerekçesine de atıfta bulunan Madran, bu kararın görmezden gelinerek fonksiyon değişikliğine gidilmesinin iç hukukumuza aykırılık teşkil ettiği kadar uluslararası hukuka da ters düşeceğini, dolayısıyla yeni işlev konusunda herkesin gerekli hassasiyeti göstermesi gerektiğini ifade etti.
Panelin son konuşmacısı olarak söz alan Araştırmacı-Yazar Veysel Usta ise Ayasofya'nın tarihsel işlevi üzerinde değerlendirmeler yaptı. Ayasofya'nın fonksiyon değişikliği çalışmalarının yaşandığı günlerde kamuoyuna verilen, yapının Fatih tarafından 1461'deki fetih sırasında camiye çevrildiği bilgisinin gerçeği yansıtmadığını, fetih sırasında Trabzon'da yalnızca Ortahisar ve Yeni Cuma kiliselerinin camiye çevrilmiş olduğunu bilimsel verilere dayanarak ortaya koyan Usta, Ayasofya'nın 1572/73 yılında camiye dönüştürüldüğünü ifade ederek Trabzon kamuoyunun yanlış bilgilendirildiğini vurguladı. Başka bir ifadeyle, tapu kaydında Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'nın mülkiyetinde bulunan Ayasofya'ya ait bu kaydın Osmanlı Arşivi belgeleri ve Trabzon Kadı Sicillerine göre en erken 1800'lü yılların ortalarına ait olduğunu, fetihten 25 yıl sonra yapılan 1486 tarihli ilk Tahrir kaydında da Ayasofya'nın cami olduğuna dair bir bilginin bulunmadığını belirtti. Buna karşın yine Kadı Sicilleri üzerinde yapılan incelemeye göre Ayasofya Camii Vakfı adıyla ilk kayda 1631 tarihli bir mahkeme kararında rastlanmasının da Ayasofya'nın Fatih tarafından değil, fetihten 111 yıl sonra camiye dönüştürüldüğünü gösterdiğini belirterek, Ayasofya Camii Vakfı'nın temellükünde bulunan yapının muhtemelen 1800'lü yıllarda bu vakfın işlevsiz kalması üzerine Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'nın temellüküne geçmiş olduğunu ifade etti. Buna ilave olarak vakıfların hukuki statüsünün, vakfiye kaydı/kuruluş senedi ile belirlendiğini belirten Usta, Ayasofya'nın kim tarafından, ne surette ve hangi şartlarla camiye dönüştürüldüğünün kesin olarak ortaya koyulması için, sözkonusu yapıya ait vakfiye kaydı/kuruluş senedinin (İstanbul Ayasofya'sında olduğu gibi) kamuoyuna açıklanması gerektiğini belirtti.
1916 yılında yaşanan Rus işgali sırasında yeniden kiliseye çevrilmek üzere Rus bilim adamlarınca freskler üzerinde restorasyon çalışması başlatılan Ayasofya'nın daha sonraki yıllarda askeri depo, hastane vb. amaçla kullanıldığına vurgu yapan Usta, 1953 yılında yeniden cami işlevi kazanan Ayasofya'da, İstanbul'daki Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Ernest Hawkins tarafından yapılması öngörülen restorasyona ilişkin 1956 yılında bir fızibilite raporu hazırlandığını ve bu raporun ilgili makamlarca 1957'de uygun görüldüğünü belirtti. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanlığı ile İngiltere'nin Edinburg Üniversitesi arasında yapılan bir protokol çerçevesinde Michael Smith başkanlığında A. Powell, Robert Thomson ve David Winfield'den oluşan heyetle, 1957 yılı sonunda restorasyon çalışmasının başladığını ve yapılan çalışmalar hakkında dönemin Milli Eğitim Bakanlığı'na her 6 ayda bir gönderilen raporun, 1959, 60, 61, 62 yıllarında 5 rapor olarak Milli Eğitim Bakanlığı'na ait Türk Arkeoloji Dergisi'nde yayımlandığını vurguladı.
Panel konuşmacılarından sonra, DP iktidarında Ulaştırma Bakanlığı yapmış olan Arif Demirer'in oğlu, gazeteci-yazar ve hukukçu Mehmet Arif Demirer söz aldı. 1957 yılında 4. Menderes Hükümeti'nin Milli Eğitim Bakanlığı, Bayar ve Menderes'in onayı ve talimatı ile 1572/73 yıllarından itibaren cami olarak kullanılan yapının duvarlarındaki fresklerin restore edilmesi için Bizans tarihi ve sanatı konusunda büyük bilim adamı olan Talbor Rice'nin mensubu olduğu Edinburg Üniversitesi'nden bir heyetin çalışması hakkında Trabzon'daki Ayasofya ile ilgili bir karar aldığını vurguladı. Fresklerin ortaya çıkması nedeniyle binanın cami olarak işlevi ortadan kalktığından 1959 yılında kapatılan binanın 1964 yılında Ayasofya Müzesi olarak hizmete açıldığını, dolayısıyla Türkçe ezanı yeniden eski haline çeviren Menderes'in kapattığı tek caminin Trabzon'daki Ayasofya olduğunu ifade eden Demirer, 1934 yılında Atatürk'ün İstanbul Ayasofya için yaptığı gibi Menderes'in de böylelikle yalnız Türkiye'ye değil dünyaya bir kültür varlığı kazandırmak üzere Trabzon Ayasofya Camiinin müzeye dönüştürülmesini başlatan kişi olduğunu vurguladı. Son olarak da ezan yasağını kaldıran, İmam Hatip Okullarını açan, Ankara'daki Kocatepe Camii için 1957 yılında kişisel olarak 100 bin lira bağış yapan, iktidarı döneminde yılda 2 bin cami yapılan Menderes, eğer kiliseden dönme caminin müzeye dönüştürülmesi yönünde hazırlıkları başlatmışsa mutlaka doğru olanı yapmıştır diyerek konuşmasını tamamladı.
Necmettin KARADUMAN
TAMEV Başkanı
Trabzon Araştırmaları Merkezi Vakfı
Açılış
19:00 - 20:30 / 13 Şubat 2013, Çarşamba
BEŞİKTAŞ ÇAĞDAŞ
Mustafa Kemal Merkezi
Uğur Mumcu Caddesi No:8
Akatlar - Beşiktaş İstanbul
Tel: 0216 - 362 35 55