Son Güncelleme: 26 Nisan 2025 23:44:56
VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Trabzon'un tanınmış simalarından hemşehrimiz
İbrahim Cevahir
vefat etmiştir.

Merhumun cenazesi, 25 Eylül 2015 Cuma günü öğle namazını müteakip
İstanbul Fatih Camii'nden kaldırılacaktır.

Merhuma Allah'tan rahmet, acılı ailesi ve tüm sevenlerine başsağlığı dileriz.

Aydoğan Cevahir: 0532 273 05 23

Yayınlanma Tarihi : 22 Eylül 2015

İNGİLTERE’NİN TRABZON KONSOLOSLUK RAPORLARI VAKFIMIZA GETİRİLDİ

İngiltere Ulusal Arşivi’nde Bulunan Trabzon Konsolosluk Raporları Dijital Ortamda Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı’na Getirildi ve Araştırmacıların Hizmetine Sunulacak

Gravür: Konsolos raporlarındaki gravür örneklerinden Cevizlik-Larhan-Hadrak yolu

TRABZON İNGİLİZ KONSOLOSLUK RAPORLARININ KAYNAK DEĞERİ ÜZERİNE (1)
Hamdi ÖZDİŞ (Düzce Üniversitesi Öğretim üyesi)

Resmi devlet arşivleri tarihçiler ve araştırmacılar için en temel olgusal malzemelerin kaynağıdır. Bu arşivler ağırlıklı olarak (harita, resim ve gravürler arşivlerin küçük bir bölümünü işgal ederler) resmi yazışmalardan belgelerden ve raporlardan ibarettir. Resmi olmaları nedeniyle doğrudan devletin, siyasetçilerin ve bürokrasinin meselelere bakışını yansıtırlar. Bilindiği gibi her ulusal arşivdeki belgelerin nitelikleri ve özellikleri değişiklik arzetmektedir. Bazı arşivlerin ayırtedici özellikleri vardır ve bu makalede bu yanıyla öne çıkan İngiliz Ulusal Arşivi (The National Archives) (2) belgeleri ve özelde Trabzon Vilayeti’nden Londra’ya gönderilen İngiliz konsolosluk raporları (dispatch) üzerinde durulacaktır. Çalışma İngiliz Ulusal Arşivi (The National Archives) Dış İşleri’nden (Foreign Office, FO) edinilen İngiliz Konsolosluk raporlarının niteliklerini, içeriklerini, kısaca özelliklerini ve biraz da hacmini tanıtmaya dönük bir içerikte olacaktır.

Konsolosluk raporları doğrudan ilk ağızdan aktarılan yalın bilgiler ve tanıklıklar içermesi hasebiyle oldukça önemlidir. Taşranın gündelik hayatını ve olaylarını çok yakından takip eden konsolosların verdiği bilgiler güvenilirliği yüksek ve pahabiçilmezdir. Dolayısıyla dönemin canlı tanığı olmaları hasebiyle de konsolosların raporlarındaki düşünceler ve değerlendirmeler döneme içeriden bir bakışı günümüze yansıtırlar.

1830’da Trabzon’da açılan İngiliz Konsolosluğu kesintisiz bir şekilde 1911’e kadar misyon görevini yerine getirmiştir. (3) I. Dünya Savaşı’ndan sonra yine Trabzon’dan yazılan raporları arşivde tespit etmek mümkündür. Aradaki 3 yıllık sürede de seyrek de olsa raporlar vardır. Fakat raporlar savaş sonrasında daha düzenli bir şekilde Londra’ya akacaktır. İngiliz Arşivi’nde yaptığımız çalışmada daha ziyade 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan belgeler üzerinde yoğunlaştık ve bu çalışmada tanıtılan belgeler de daha ziyade bunlar olacaktır.

Daha önce İngiliz konsolosluk raporlarına dair bazı tarihçiler farklı boyutlarıyla bu raporlardan ve öneminden söz etmişlerdir.(4) Ancak literatür taramasında görülebildiği kadarıyla münhasıran İngiliz konsolosluk raporlarını tanıtıcı yazıların olduğu söylenemez. Dolayısıyla bu çalışma yukarıda (5) anılan daha önceki çalışmalara bir katkı niteliğinde olacaktır.

Kısaca hatırlatmak gerekirse Türkiye’de konsolosluk raporları üzerinde en yoğun mesaiyi yapan isimlerin başında Kemal H. Karpat gelmektedir. Karpat’ın pek çok çalışmasında İngiliz raporlarını ve onların analitik değerlendirmesini görmek mümkündür. Karpat, Balkan tarihinden, Türkiye’deki toplumsal dönüşüme ve nüfus hareketlerine kadar pek çok konuda yazarken konsolos raporlarından büyük oranda yararlanmıştır. Bir diğer isim Uygur Kocabaşoğlu’dur ki kitabının adından da anlaşılacağı üzere münhasıran konsolosluk raporları üzerinden yürütülmüş bir çalışmadır.(6) Bu bağlamda anılabilecek bir başka isim Michael Meeker’dır. Türkçe’ye de çevrilen eserinde Meeker ağırlıklı olarak konsolosluk raporlarını kullanmıştır.(7)

Trabzon konsolosluk raporları denildiği zaman belirtmeye gerek yok ki, 19. yüzyıl idari taksimatındaki Trabzon Vilayeti’ni kapsayan raporlar anlaşılmalıdır. Yani bugünkü Trabzon şehrinin coğrafi sınırlarından çok daha geniş bir alandan ve idari yapıdan söz ediyoruz. Canik’ten (Samsun) başlayıp bugün itibariyle Artvin’e kadar uzanan ve Gümüşhane’yi de içine alan bir coğrafyadır Trabzon Vilayeti. Çevirileri Kudret Emiroğlu tarafından yapılan Trabzon Vilayeti Salnameleri’ne aşina olanlar için bu elbette yeni bir bilgi değildir ve bilinmektedir. Ancak burada hatırlatmak bir zorunluluktur. Çünkü elimizdeki raporlarda Canik Sancağı’ndan Batum’a kadar olan kıyı şeridindeki bütün şehirler, kazalar, köyler ve hatta mahalleler için dahi bilgiler yer almaktadır.

Konsolosların amacı, bulundukları bölgeleri kendi ülkelerine olabildiğince etraflıca, sosyal, kültürel, ekonomik olmak üzere adeta her detayı (8) gözeterek anlatmak olunca ortaya oldukça geniş bir belgeler kümesi çıkıyor. İngiliz konsolosluk raporları nitelikleri itibariyle başlı başına bir önem arzetmelerinin yanısıra harita, yerel gazetelerden (9) örnekler, matbu nizamname-anlaşma metinleri, döneme ait yerel resimler ve diğer (el çizimleriyle yapılmış gravürler gibi) görsel malzemelerle araştırmacıya tam anlamıyla görsel bir şölen de sunar.

Konsolos raporlarının önemini daha iyi kavramak için bu raporlarla Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerin kısaca bir karşılaştırmasını yapmak gerekirse, Osmanlı Arşvi’nde yereli hemen her yönüyle (sosyal, ekonomik, siyasi) problematik odaklı, açık bir biçimde betimleyen belgelerin olmadığı/olamayacağı bilinmektedir. Yerele ilişkin problemleri yansıtan belgelerde dahi merkezi devletin hakim bakışı vardır ve onun dışında bir bilgiye ulaşmak çok zordur.

Oysa konsolos raporlarında yereli ağalarıyla ve beyleriyle, köylüsü, kölesi ve tüccarıyla, sosyal hayatın çok yönlü kesitleriyle, ticareti ve ekonomik faaliyetleriyle, eşkiyalık ve kaçakçılık hareketlerinin içyüzleriyle, yereli temsil eden elitlerin hem kendi aralarındaki hem de merkezle olan kimi zaman gerilimli kimi zaman dayanışma halindeki ilişkileriyle ve diğer daha pekçok yönünü resmeden son derece güçlü ifadeler yer almaktadır. İfadelerin güçlü ve açık olması bir yana merkezi devletin domine ettiği bakışdan apayrı ve eleştirel bir üslup vardır. Üstelik konsoloslar kimi zaman yerel problemlerde ağaların ve beylerin baskıları altında ezilen köylülerce bizzat danışılan yardım istenilen merci konumuna da kendiliğinden ya da bazen kendi müdahaleleriyle (yerel ahalinin talebiyle) geldiklerinden onlara bilgi akışının devlete olandan çok daha farklı nitelikte ve içerikte olduğu da yapılan çalışmalardan bilinmektedir. Bu yanıyla da konsolos raporlarındaki özgün, orjinal bilgilerin Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerden elde edilebilme olasılığı yok gibidir ya da çok sınırlıdır. Yereli yerelden anlamaya dönük her çalışmanın bu türden kaynaklara başvurması hem metodolojik açıdan hem de yaşananların bilgisinin birinci elden temin edilmesi açısından kaçınılmazdır.

Konsolosların çeşitli haber kaynakları vardır. Kendileri yerel halkla ve yönetimle kurdukları ilişki üzerinden bir istihbarat sağladıkları gibi doğrudan onlara çalışan ajanları, “Consular agent”ları vardı. Örneğin Longworth bir raporunda Samsun’daki ajanlarından gelen bir mektuba yer verir. (10) Bunun dışında isimlerini gizli raporlarda bile açıkça vermedikleri muhbirleri vardı. Pek çok kritik ve gizli konuda Longworth’e haber taşıyan ve Longworth tarafından sıklıkla anılan Y. E. baş harfleriyle kodlanan ajanının ismini tespit etmek mümkün olamadı. (11) Fakat konsolos raporları ve Trabzon’daki konsolosların faaliyetleri hakkında yapılacak çalışmalar bu ve benzeri noktaları açığa çıkaracaktır.

19. yüzyılda devletlerin dış dünya ile ilgili birincil haber alma kaynakları elçilerin ve konsolosların yolladıkları bu raporlardır (dispatch). Unutmamak gerekir ki İngiliz Ulusal Arşivi British Empire’ın arşividir ve tam anlamıyla bu devletin emperyal politikalarının belirlenmesinde birincil bir role sahiptir ve bu emperyal politikaların uzantılarını, detaylarını yani perde arkasını bu belgelerden okumak mümkündür. Elbette herşey çok açık bir biçimde belgelerde yer almaz. Kimi zaman kritik konularda, devletin doğrudan kendini ele vereceği, ya da uluslararası ilişkilerde kendini zora sokacağı belgeler ya şifrelenmiştir ya da imha edilmiştir. İmha edilenler açıkça ifade edilmiştir. Bazı tasniflerde bunu gormek mümkündür. (12) Bu çerçevede İngiliz Arşivi’nde Afrika’dan Ortadoğu’ya, Avrupa’ya, Kafkaslar’a ve Balkanlar’a kadar neredeyse dünyanın bütün coğrafyalarına dair raporlar bulunmaktadır. Örnekse Şattülarap meselesinden Kürt meselesine, Balkanlar’daki etnik sorunlara ve bu bölgelerdeki İngiliz politikalarının belirlenmesine kadar her türlü politik, ekonomik ve sosyal problemler yer alır.

Vilayetteki yabancı devletlerin elçilerinin varlık nedeni sadece vilayette ne olup-bittiğini gözlemlemek, dış dünyayla ilgili haber almak ve bunları Londra’ya rapor etmekten ibaret değildi. “Konsolosluk kurumunun devamlı diplomatik temsilcilikten daha eski ve daha değişik bir tarihsel arka planı olması doğaldı. Zira bu kurum var oluşunu diplomatik, siyasi, ticari, adli ilişkiler ve deniz ticareti gibi farklı nedenlere borçluydu. İlk konsolosluklar ülkeler ve bölgeler arası ticaretin gelişmesinde işlevsel rol oynayan oluşumlardı.” (13)

Şüphesiz onlar kendi devletlerinin ve tebaalarının, tüccarlarının çıkarlarını korumak ve savunmak için oradaydılar. Bu bağlamda ilk elçilerin masraflarının ve maaşlarının 18. yüzyılda “...Levant Company bünyesinde faaliyet gösteren tacirlerce ödenen konsolosluk haklarıyla (consulage) karşılanması elçi ve konsolosların Levant Company bünyesinde faaliyet gösteren Londra’daki “Levant Tacirleri” tarafından seçilmesi...” (14), bir tesadüf değildi. Elbette Levant Company İngiliz Dışişleri Bakanı’yla temas halindeydi. 1825’ten itibaren de “Osmanlı İmparatorluğu ve diğer ülkelerdeki Britanya konsoloslukları artık doğrudan hükümetin emrindeydi.” (15)

Bu nedenle her bir elçinin ya da konsolosun kendilerinin siyasi ve ekonomik çıkarları uğruna bir diğeriyle rekabet halinde oldukları da ortadadır. Trabzon Vilayeti’ndeki konsoloslukların sayısına bakmak bile başlı başına bu rekabet hakkında bir fikir verir bize. Sayıları yıldan yıla değişiklik göstermekle en az 10 “memurin-i ecnebiye”nin yani konsolosun vilayette olduğu Trabzon Vilayeti Salnamesi’nden anlaşılmaktadır. (16) Bu rekabetle birlikte bazı konularda “dayanışma” halinde oldukları da görülmektedir. (17)

Konsolos raporları çoğunlukla 19. yüzyıl sonuna kadar konsolosların ya da katiplerinin el yazılarından oluşur. Arada daktiloyla yazılmış raporlar da mevcuttur. 20. yüzyıl başlarındaysa artık daktilonun yaygınlık kazanmasıyla birlikte el yazısı yerini daktiloya bırakacaktır ve özellikle 1900’lerin başındaki raporlar daktilo ile yazılacaktır. Mektup olarak yollanan raporlar daha sonra oldukça kalın ciltler halinde toplanmıştır ve iyi korunmuşlardır. İngiliz arşivindeki Trabzon’la ilgili belgelerinin Trabzonlular Vakfı’na getirilmiş olan belgelerle sınırlı olmadığı belirtilmelidir. Dolayısıyla onbinlece belgeden oluşan muazzam, devasa bir arşivden söz ediyoruz.

19. yüzyıla ait ve Trabzon Vilayeti’ne dair belgeler FO 78, FO 65, 521, 524, 525 gibi başka çeşitli tasnifler altında çok sayıda belge bulunmaktadır. Elimizdeki belgeler FO 195 tasnifinde bulunan ve 1830’dan 1911’e kadar olan konsolosluk raporlarını ihtiva etmektedir. Bu belgelerin hacmine dair yaklaşık bir bilgi vermek gerekirse 30 bin civarında dijital belge olduğu belirtilebilir. Kopyaları alınan toplam cilt sayısı 50’dir ve her ciltte ortalama 300 ila 500 arası rapor veya belge (gazete, telgraf, resim, harita) bulunmaktadır. Bazı ciltler 1000 sayfayı bulmaktadır.

1911 sonrasını ihtiva eden FO 371 ve FO 608 gibi başka tasniflerde de Türkiye’ye ve özelde Trabzon’a ait binlerce belge olduğu bilinmelidir. FO 317 ve FO 608 tasnifleri daha ziyade 1919 ve sonrasına ait belgeleri ihtiva eder. Erken Cumhuriyet dönemine dair pekçok bilgi bu belgelerde mevcuttur. İttihat Terakki Cemiyeti’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ve faaliyetleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasal faaliyetleri ve onunla birlikte cumhuriyeti kuran kadroların isim isim tanıtıldığı ve haklarında geniş malumatların verildiği, her bölgenin ve neredeyse her şehrin ayrı ayrı tanıtıldığı, yolların durumu, coğrafi, ekonomik ve kültürel yapıya dair bilgiler anılan bu FO 371 ve FO 608 gibi tasniflerdeki raporlarda yer alır.

Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da konsolosların vilayetteki ilişkileridir. Bu ilişkiler vali ve bürokrasi düzeyinde olduğu gibi yerel halkla da kurulabiliyordu. Hemen her konsolosun özellikle Trabzon valisiyle yakın bir ilişki içerisinde olduğu raporlara açık bir şekilde yansımaktadır. Bu ilişkiden dolayı Osmanlı yönetici elitine dair bilgilerin konsolosluk raporlarına yansıdığı görülmektedir. Neredeyse bütün konsoloslar dönemin valileri hakkında kısa veya uzun fakat oldukça önemli ve analitik değerlendirmeler yapmışlardır. Örneğin dönemin meşhur valisi Kadri Bey’in ölümünden sonra İngiliz konsolosu Longworth’ün yaptığı değerlendirmedeki hüzünlü ifadeler çarpıcıdır. Longworth haberi verirken dahi “the sad news of Cadri Bey’s death” diyerek valinin ölümününü Londra’ya bildirecektir. Raporun devamı şöyledir:

“...O iyi ve yetenekli bir yöneticiydi. Mayıs 1892’de buraya (Trabzon) atandığı günden itibaren yapabildiğinin en iyisini yaparak vilayetteki koşulları düzeltti, yönetimi iyileştirdi, eşkiyalığı baskı altına aldı ve bölgedeki (country) feodal lordların, derebeylerin gücünü kırdı.

Her ne kadar geçmişinde büyük lekeler, örneğin Ermenilerin katledilmesi meselesi, kalmış olsa da, önlemediği ya da önleyemediği için sonuçta vicdan azabı duydu.

Kadri Bey çift kişilikli karakteriyle tamamıyla farklı, olağanüstü bir adamdı. Kişiliği karmaşık davranışlarla iç içeydi. Acımasızlığıyla ve iyilikseverliği, yurtseverliğiyle doğruculuk ve rüşvetçiliği birlikte giderdi. Sonuçta halk onu tuhaf bir ruh haliyle, sevgi ve korkuyla kabul etti. Çalışanları onun eksantirik kişiliğini anlayamadılar fakat onun dürüst kişiliğine saygı duydular...

Cenazesine çoğunluğu üzgün Hıristiyanlardan oluşan muazzam bir kalabalık eşlik etti ve o inançlarına ve soylarına bakmaksızın halkın desteğini kazandı... Kişisel olarak itiraf etmeliyim ki o benim için gerçek bir arkadaştı. Her zaman benimle görüşmeye hazırdı ve benim tavsiyelerime uyardı.” (18)

Longworth’ün Kadri Bey hakkında yaptığı bu değerlendirme bir istisna olsa da Trabzon’un diğer valilerinin konsolosluk raporları üzerinden profillerine dönük bir değerlendirme yapacak kadar bilgilerin de bu raporlarda saklı olduğunu belirtmek mümkündür.

Konsolosların vilayetteki ilişkileri bağlamında yerel halkla olan ilişkilerine de kısaca değinmek gerekir. Müslim ya da Gayri Müslim olsun yerli halk merkez-i hükümetle ya da valiyle çözemedikleri sorunlarını konsoloslara yansıtıyorlardı. Konsoloslar Müslüman ahali konusunda fazla bir şey yapamasalar da Gayri Müslim tebaanın hakları için bir hayli aktif oldukları pek çok rapora yansımış durumdadır. Her iki durumda da raporlara yansıyan ifadeler taşranın gündelik hayatına ve sorunlarına ışık tutacak zenginliktedir.

Sonuç olarak buraya kadar aktarılan bilgilerden de anlaşılacağı üzere konsolosluk raporlarının tarih araştırmalarındaki özellikle de yerel tarih araştırmalarındaki yeri ve önemi yani, kaynak değeri oldukça yüksektir. Bu raporlar üzerinden bölgenin çok yönlü haritasını çıkarmak mümkündür. Çünkü bu raporlar anlaşılacağı üzere sadece siyasi raporlar değildir. Bölgenin ticaretini (ticaret raporları), kültürünü, diğer şehirlerle ve ülkelerle olan ilişkilerini oldukça nesnel ve canlı bir şekilde resmederler. Ayrıca efsanelere ya da rivayetlere konu olmuş (örneğin meşhur eşkiyalık olaylarını) bir takım konuları ve olayları açıklığa kavuşturmak da olasıdır. Kısacası bölgenin tarihini yakından okumak ve öğrenmek isteyenlerin temel başvuru kaynaklarından biridir İngiliz konsolosluk raporları.

1 Londra’daki çalışmalarıma destek sağlayan Trabzon Vakfı’na Bilgin Aygül’ün şahsında şükran duygularımı ifade etmek isterim.
2 Arşivin eski adı Public Record Office (PRO)’dır. Şimdiki adı Foreign Office (FO)’dir.
3 Trabzon’un ilk İngiliz konsolosu James Brant’tır. Brant’ın ilk raporu 1830 tarihlidir ve bu tarihten itibaren Londra’ya raporlar göndermeye başlamıştır. Bkz. FO 524/1, James Brant, 20 Ağustos 1830.
4 Osman Ersoy, “İngiliz Devlet Arşvi (The Public Record Office)” Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, Cilt 4, Sayı 2 (1955) Ersoy makalesinde daha ziyade arşivin fiziki koşullarından, kullanım özelliklerinden, belgelerin tasnif özelliklerinden ve hacminden bahseder. Raporların önemine değinen Karpat bu raporların “ülkeninin sosyal ve ekonomik durumu hakkında mükemmel denebilecek bilgiler içerdiğinden” söz eder ve fakat hepsinin eşit değerde olmadığını da ekler. Kemal H. Karpat, “1880’de Kayseri Sancağı’nın Sosyal Ekonomik ve İdari Durumu: İngiltere’nin Anadolu Konsolos Yardımcısı Lieutenant Ferdinant Bennet’in Raporu (1880)”, Belleten, LXII, 1998, (235), s. 885.
5 Bir örnek için bkz. Kemal H. Karpat, Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Çev. Abdülkerim Sönmez, İmge Yayınları, Ankara, 2003.
6 Uygur Kocabaşoğlu, Majestelerinin Konsolosları, İngiliz Belgeleriyle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki İngiliz Konsoloslukları (1580-1900), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
7 Michael E. Meeker, İmparatorluktan Gelen Bir Ulus, çev. Tutku Vardağlı, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005.
8 Konsoloslar bölgelerindeki olayları öylesine derinlemesine raporlarına yansıtırlar ki, hemen hemen hiç bir detay atlanmamıştır. Bir kaymakamın topallığından, kişilik analizlerine (yanlız yaşaması ve bunalımlı olması gibi) kadar detayları bulmak olasıdır bu raporlarda.
9 Örneğin Bitlis ve Trabzon Vilayet gazetelerinin örnek nüshalarını bulmak mümkündür.
10 FO 195/1812, H. Z. Longworth, 8 Şubat 1893.
11 FO 195/1584, Longworth, 30 Temmuz 1887.
12 Şifrelenmiş mesajları FO 195 tasnifinin pekçok serisinde görmek mümkündür.
13 Kocabaşoğlu, age., s. 14.
14 Kocabaşoğlu, age., s. 27.
15 Kocabaşoğlu, age., s. 30.
16 Trabzon Vilayeti’nde Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, İran, Yunan, Belçika, Felemenk, İspanya konsoloslukları bulunmaktadır. Bkz. Trabzon Vilayeti Salnamesi 1874, C. 6, haz. Kudret Emiroğlu, Ocak 1995, Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, Ankara, s. 62; Trabzon Vilayeti Salnamesi 1892, C. 14, haz. Kudret Emiroğlu, Mayıs 2005, s. 291; Trabzon Vilayeti Salnamesi 1896, C. 16, haz. Kudret Emiroğlu, Ağustos 2007, s. 303.
17 Amerikan konsolosu İngiliz konsolosuna bölgedeki gelişmeler hakkında bilgi veren bir mektup yolluyor ve kendisi de herhangi bir gelişme olursa bildirilmesini rica ediyor. Bkz. FO 195/1584, Longworth, 13 Ağustos, 1887.
18 FO 195/2136, Longworth, 17 Şubat 1903.

Trabzon 2015 Dergisinden

Yayınlanma Tarihi : 22 Eylül 2015

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...
Fethi YILMAZ (Yayıncı)

1965 - 1979 yılları... Şimdiki Ana Çocuk Sağlığı binasının “doğumevi” olarak hizmet verdiği yıllardı... Bugün olduğu gibi, o gün de Atatürk’ün Trabzon’a gelişini gören giriş kapısının üstündeki kaktüsler oradaydı. Bugün o kaktüslere baktıkça, Trabzon’da başta Sonhaber olmak üzere yıllara direnen yerel basının ayakta kalma çabalarını görür gibi oluyorum...

Yukarıda bahsettiğim yıllarda bizim sokağımızı zaman zaman şenlik yerine çevirirdik. Bunlardan bizi en çok eğlendiren futbol maçlarıydı. Kalelerin birini Doğumevi’nin önüne, diğerini de Şehir Kulübü önüne kurardık. Sokağımızdaki büyüklerimizin bizleri izlemesi anlatılmaz bir haz verirdi hepimize. “Berber İsmail”in çığlıkları, “Oskar Kundura” Zihni Faiz’in “Haden, topu bana atın” bağırışları, Kütüphane memuru Muammer amcanın, “Bağırmayın, içeride uşaklar ders yapıyor” deyişleri ve en sonunda Humsi (Lütfü Ata) amcanın gelip, topu keserek maçımızı bitirmesi kabus gibiydi.

Sokağımızda futbol oynama fırsatını aslında bize az sayıda geçen taksiler verirdi. Meydan Taksi, Yıldız Taksi ve Numune Taksi dışında bir kaç tane de özel araba bizlere vız gelirdi.

En son çıkıp gelen İskenderpaşa İlkokulu’nun Müdürü, sevgili hocamız Ali Rıza Kurşunoğlu’nu da görünce, herkes kendine saklanacak yer arardı.

Bir de Tabakhane Yokuşu’nda kitap satan, şimdiki tabirle “sahaf” Fuat amcamız gelir, Hasan Tahsin Yılmaz’la neredeyse her gün mutlaka bahse girerdi. Öğlenden sonra bahsi kim kazanırsa, benim görevim “Tatlıcı” Ali Karamusa’dan tatlıları alıp getirmek olurdu.

MÜRETTİPLE DİZİLEN GAZETELER

Matbaanın o bağımlılık yaratan kokusu ve makine sesleri arasında benim ilk gençlik ve delikanlılık yıllarım. Hem benim, hem çalışanların koruyucusu ünlü gazeteci kardeşler Hasan Tahsin Yılmaz ile Emin Şefik Yılmaz’ın doğru haber, dürüst gazetecilik adına çırpınışları; gecelerini gündüzlerine katışları canlanıp duruyor gözlerimin önünde...

Matbaamız “Doğumevi”nin tam karşısında, cadde üzerindeydi. O zamanlar, Uzunsokak’tan yarım saatte bir araba ya geçer ya geçmezdi. Tabakhane Yokuşu’nu tamamlayıp matbaamızın önünden geçen insanlar, Fabrika Çıkmaz Sokak’ın tam girişinde çerçeve içine yerleştirdiğimiz, 41x57 boyutlarındaki sekiz sayfalık siyah beyaz “Sonhaber” gazetesinin o günkü sayısının ilk ve son sayfasını okurlardı.

Bugünkü gibi bilgisayarların olmadığı; gerek diziliş, gerek sayfa bağlama ve gerekse basım işlerinin çileli, ama zevkli olduğu o yılları anımsayıp Sonhaber Matbaası’nda, gazetenin nasıl kotarıldığını özet olarak anlatmak isterim:

Mürettiphane, her sabah saat 7.30’da açılırdı. Matbaaya önce Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan gelen çıraklar girer, ustalar ise saat 08.00’de işbaşı yaparlardı. Gazete el dizgisi ile on - on iki saatte dizilir, baskısı ise iki saat sürerdi. Matbaa işlerinin yoğunluğundan (makine tek olduğu için) gazete daha geç basılırdı. Yaklaşık olarak saat 23.00 - 24.00’lerde basım işi bitmiş olurdu. Sabaha kadar açık duran matbaada kışın soba başında, o gecenin nöbetçisi mürettipler ve bugünkü gençlerin ne olduğunu bilmedikleri, mahalle bekçileri hazır bulunurdu. Sabaha karşı fırından alınan sıcak ekmeklerin arasına bastırılan tereyağı ve tulum peyniri karışımıyla tadı hala damaklarımda duran leziz bir kahvaltı. Günün ilk ışıklarıyla sabah saat 07.00 gibi gazeteler katlanır, bayilere dağıtılırdı. Trabzon’da o yıllarda altı gazete çıkardı: Sonhaber, Hizmet, Yenigün, Türksesi, İleri, Bayraktar. Bu gazetelerin çalışanları Ziya Bey sahasında futbol maçları düzenlerdi. Gazeteler arası futbol maçlarına zaman zaman ayakkabı imalatçıları da katılırdı. Fabrika Çıkmaz Sokak’taki ayakkabı imalatçılarının başını Hayrettin Filiz, Sebatlı Sadettin, “Kel Naci” çekerlerdi.

Matbaa grubu:

Sırasıyla “Şavrole Yılmaz”, “Tüpçü Aydın”, “Karabıyık Halis”, “Gaz Gabaruha Mehmet”, “Basuk Baki”, “İpsiz Recep”, “Şablon Cahit”, “Tipsiz Haluk”, “Arif Ağa”, “Vites Mustafa”, “Koca Cengiz”, “Kara Ali”, “Kıro Nuri”, “Sıçan Ömer”den oluşurdu. Bu gruba genç nesilden Hüseyin, Birol, Soner, İsmail ve Abdullah da eklenirdi.

Gazete Grubu :

Yıllara göre şu kişilerden oluşmaktaydı:

1968-70: Ertan Tokinan, Rafet Sağlam, Hikmet Aksoy, Cevdet Kureman,

1970-71: Yurdakul Gönenç, Rafet Sağlam, Emin Şefik Yılmaz, M.Naci Pamuk, Orhan Çakmak, Hilmi Doğan, Hayrullah Tutar, Temel Şükrü Doğru.

1972-73: Sebahattin Sınır, Emin Şefik Yılmaz, Cevdet Kureman, Ömer Uzlu, Hikmet Aksoy, Ferhat Akyürek, Ramiz Ellidokuzoğlu, İhsan Yılmaz.

1974: Sebahattin Sınır, Özdemir Çatalbaş, Yusuf Aydın Biber, İsmail Kansız, Ali Bayram, Şefik Asan, Selahattin Uğraşkan, Hayrettin Saygın.

1975-76: Zafer Küreman, Mahmut Uzunluoğlu, Ferhat Akyürek, Ömer Akbulut, Ali Alay, Fethi Yılmaz.

1977: Yılmaz Kazancı, Burhan Bayraktar, Vecdi Altay, Av.Temel Aydınoğlu, Yusuf Tatar, Ömer Akbulut, Resan Taşcıoğlu, Gülseren User.

1978: Şevket Çulha, Sadri Karakoyunlu, Ömer Güner, Dr. Üstün Alsaç, Fethi Yılmaz, Temel Ziya Dursun.

1979: Ömer Güner, Temel Ziya Dursun, Fazlı Öztel, Müzeyyen Güner, Kayhan Kuzeyli, Mustafa Uzun, Dr. Murteza Sağanak, Melek Uzun, Taner Pervan. Sonhaber, 1963. İsmet Başaçıkoğlu (arkada) ve Emin Şefik Yılmaz

Şair Hayali’nin bir dizesinde; “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer” der. Gerçekten öyle. Cihan değen hayallerden sadece küçük bir parça yukarıdaki anlattıklarım. Dinleyen ne kadar bilir bilemem; ama yaşayan ve anlatan bilir. Buruk buruk...

Trabzon 2015 Dergisinden

Yayınlanma Tarihi : 22 Eylül 2015

TEKKE MAHALLESİ, YİTİK SOKAĞIMIZ
İsmail FANDAKLI (Gazeteci, yazar)

Bir kent coğrafi konumu ve doğal örtüsüyle insanına güzellikler sunarken, tarihi zenginlikleri ve yetiştirdiği değerleriyle de kimlik kazandırır. Geriye dönüp baktığımızda bulduklarımızın yanı sıra bıraktıklarımızı da görememek bizleri son derece üzmekte.

Tekke (sonradan Gazipaşa adını alır) Mahallesi, Trabzon’un tarihi kent merkezi olan Orta Hisar’a uzak; yeni merkezine ise en yakın yerleşim merkezi. Meydanı Şarki (Meydan Parkı) önünden başlayıp; bir taraftan Boztepe yokuşu, (“Çolağın Fırını”ndan); diğer taraftan Hacıkasım mevkiinde “Aldıkaçtı Yokuşu” (Zeytinlik Caddesi) ile devam eden ve Yenicuma Caddesi’nin başlangıç noktasındaki mezarlıkla son bulan bir adadır Tekke Mahallesi.

1800’lü yıllarda büyük dede Hüsnü Efendi ile Tavanlı Cami Sokak’taki varlığımız başlar; 1900’lü yılların başında ise Merdivenli Sokak’ta ikinci bir ev satın alırlar.

TAVANLI CAMİ SOKAK

Aile büyüklerimizin aktardıklarından öğreniyoruz; Tavanlı Cami Sokak’ta Rum ve Ermeni komşuları da olmuş Hüsnü Efendi’nin; çok iyi dostluklar ve komşuluklar yaşanmış. Balkan ve Birinci Dünya Savaşları sonrası ortaya çıkan tablodan yararlanmak isteyen Rum ve Ermeni fanatikler güven ortamını zedelemişler. Babam, babasından dinledikleriyle bu olayı şöyle aktarmıştı bize:

“Rum ve Ermeni çeteler özellikle akşamları bir araya gelerek toplantılar yaparmış. Buradan çıkan sonuçla Türklerin evlerine baskın kararı alırlarmış. Bunu duyan, babamın Rum ve Ermeni komşuları, ‘Rıfat Reis, bu akşam aile efradınla bize gelin, başınıza bir iş gelsin istemem’ dermiş. Tersi olduğunda da, babam onlara haber verir ve o gece kendi evinde ağırlarmış. Tehcir ve mübadelede Trabzon Limanı’nda vedalaşırken babama, ‘Rıfat Reis, tapularımızı ve önemli eşyalarımızı sana bırakalım. Sana güvenip emanet edemeyeceğimiz hiçbir şey yoktur’ demişler. Ancak babam, ‘Sizlerin bana güvenmesi çok güzel ancak, bana bir şey olursa, benden sonrakilerin sizlerin emanetlerini koruyabileceğini garanti edemem. Bu yüzden hiçbir eşyanızı ya da tapunuzu alamam’ diyerek kabul etmemiş. Tehcir ve mübadelede Trabzon Limanı’nda gerçekleşen, herkesi ağlatan veda sahnelerinden babam sık sık söz ederdi. Bu olay, uzun yıllar dostluk içinde yaşayan insanların birbirlerine olan güveninin en güzel örneğidir.”

İki denizcidir Hüsnü Bey’in oğulları Rıfat (serdümen) ve Şükrü (lostromo). 1915 yılında annelerini kaybederler; ardından muhacirlik gelir. Zor yıllardır o yıllar...

MERDİVENLİ SOKAK

Rıfat Reis, 1930’lu yılların başlarında oğluna; “Oğlum, Tavanlı Cami Sokak’taki evimiz merkeze çok uzak, onu satalım. Merdivenli Sokak’taki evimiz bize yeter” der ve dediğini de yapar.

Buradaki evimiz iki buçuk katlı, müstakil bir ev. Bahçesinde koca dut ağacı bütün mahalleye yetiyordu. Hafta sonları bahçede ateş yakılır ve hemen kapı önündeki beton alanda çamaşır yıkanırdı. Ramazan yaklaşınca koca ateşte sacayakları üzerindeki saclara dizilirdi bir yandan açılan yufkalar. Yaz akşamlarının vazgeçilmez eğlence yeriydi bahçemiz. Annem, her sabah kalktığında üst kata çıkar, Meydan Parkı’ndaki idam sehpalarının dolu olup olmadığına bakarmış.

Annem ayrıca, sinema konusunda şunları anlatır:
“Kızlarla bir yerlere gideceğimiz zaman genelde bizim evde toplanırdık. Sinemaya çok giderdik. Afişleri takip eder ve yeni film geldiği zaman kızlarla toplanıp giderdik. Sinemanın yanına geldiğimizde idam sehpaları doluysa, kızların bazıları korkar ve kaçardı. Ben alışmıştım bu görüntülere. Sinema çok önemliydi bizler için, neredeyse en önemli sosyal etkinliğimizdi. Gençliğimizde sinemaya giderken, baloya gidermişçesine en iyi giysiler giyilirdi. Erkekler ise asla tıraşsız olmazdı.”

KOMŞULARIMIZ

Nice insanların doğup büyümesine ve yetişmesine tanıklık eden sokağımızın Yavuz Selim İlkokulu arkasında, çıkmaz bir aralık vardı. Cumhuriyet Bakkaliyesi sahibi Ziya Karakullukçu ile oğulları Orhan ve Turan... Hemen karşısında Emrullah Yılmaz ve oğlu Salih Zeki ile torunları Rasim, İbrahim ve Erdinç; biraz yukarısında ise Sebahattin Kundupoğlu, Temel Kundupoğlu; hemen yanında Muzaffer Lülecioğlu; en başta caminin yanında ise Durukal, Fethi ve Şevket Çulhalar...

Elbette mahallemizin futbol takımı Yıldırım spor ile mahalle maçlarını...

Merdivenli Sokak’tan Rafet Yaylı, çocukları Zafer ve “Krem Yavuz” ile dedeleri “Şoför Ömer”i, Emin Akyüz ve oğlu “Tabelacı Coşkun”, “Polis Temel” (Temel Topçu)’i; nice insanları konuk etmiş Turist Palas’ı, mahallemizin renkli siması “Falcı Zehra”yı, Ahmet Aliyazıcıoğlu ile oğulları Muammer, Muzaffer ve Fikret’i anımsıyorum...

Mehmet Güloğlu, Adil Demirkıran, Bayburtlu Ekrem Akgün, Erzurumlu “Kara Bülent”, Cemal Aydın’ın evinde kiracı olarak oturan Ertuğrul Genç’in kız kardeşi Fatma Genç, Şeref – Eşref Atasoy kardeşler; Ocakgaz sahibi Kemal, Aydın, Erdal ve Erol kardeşler ile dolmuşçu Hacı Mustafa’yı hâlâ sayabiliyorum.

Yanı başımızdaki komşumuz, Trabzon’un “Topal Hakim” (Kamil Ergüney)i unutmak ne mümkün. Yıl 1960. Kamil amca bir gece geç saatlerde evine gitmek için sokağa girdiğinde bir çocuk ağlaması duyar. Şadıman Halam (Ciğer) artık evlidir ve bizim evin alt katında oturmaktadır. Kamil amca evine gider ama ses hiç kesilmez ve bir türlü uyuyamaz. Sabah bizim sokak kapısını çalar ve seslenir; “Gelin, gelin... Neydi o çocuk ağlaması sabaha kadar? Bir türlü uyuyamadım” der. Halam, “Tam bilmiyorum ama, sanırım kulağı ağrıyor” diye yanıt verir. Kamil amca, “Gel benimle” der ve birlikte evlerine giderler. Hakim amca, rakı şişesini açar ve çay bardağına iki kaşık olacak kadar döker. “Gelin, al bunu eve götür. Kibrit çöpünü bardağın içine sok ve çocuğun kulağına damlat” diye talimat verir. Bizim kuzen İbrahim henüz kundaktadır ve akşam olmadan kulak ağrısı da kesilir.

Daracık sokağımızda; şairliği, Oyuncak Dünyası ve televizyon programlarıyla ünlü Sunay Akın, gazeteci Asım Kemal Güner ile büyük babası “Bakkal Osman”, yan komşumuz Bülent Bağbancı, bahçe komşumuz Kemal Kefeli, Ticaret Lisesi’nden sınıf arkadaşım baterist Metin Öğretmen, Yavuz Selim İlkokulu’nda hizmetli olarak çalışan İdris Kalyoncu, Nakıslar’dan Fikret ve Yaşar kardeşler hep bir arada dostlukla yaşam sürmüşlerdi.

Bütün komşuların her derdine koşan mahallemizin “Mineş Hala”sı; güler yüzü, dostluğu ve sevecenliği ile “Bina Abla”sı; soyadını anımsayamadığım Jale, Asiye, Ahmet, Hakan ve “Mehmet Aga” da güzellikler kattı sokağımıza...

“Okullu Yuvası” kırtasiye dükkanı ile bizlere ve birçok öğrenciye sonsuz hizmetleri vardır Kenan Danyal’ın...

KEMAL AYDAN VE YILMAZ GÜNEY

Birçok ünlüye tanıklık eden sokağımızda yönetmen – senarist ve oyuncu Kemal Aydan (01.04.1939 / 12.12.1990) da yaşadı. Babası Arif Aydan, sokağımızın karşı yakasında pencere komşumuz. Annesi Fadime Teyze ve diğer kardeşleri şair – senarist Murat, iş adamı Orhan ve Nurhan. Küçük evleri ikinci kat konumunda. Alt katın yarısı bodrum, yan taraftaki boşluktan arka tarafa geçilerek, merdivenle evlerine ulaşabiliyorlardı.

Kemal Aydan, ortaokulu bitirdikten sonra İstanbul’a gider. Pertevniyal Lisesi’ne kayıt yaptırsa da sinema sevdası yüzünden okumaz. Genç yaşta Yeşilçam’a giren Aydan, Trabzon’da bıraktığı aşkının hasretine daha fazla dayanamaz ve 22 Ağustos 1957 tarihinde Ayten Fandaklı ile evlenir. Rıfat Reis’in damadıdır artık. Ölümüne dek Türk sinemasına hizmet veren; altı filmi yöneten, birinin senaryosunu yazan ve toplam 26 filmde aktördür Kemal Aydan.

Aydan, 60’lı yılların başında Yılmaz Güney ile birlikte “Marmara Hasan” filminde rol alır. Yılmaz Güney’le çok iyi dostlukları olduğu bilinen Kemal Aydan, aynı zamanda iyi de bir sırdaşıydı. Yılmaz Güney’in tutuklanmak üzere arandığı yıllarda birlikte Trabzon’a geldikleri ve kendisi otelde kalıp, Güney’i yaşlı annesinin evinde yatırdığı söylenirdi. İstanbul’da kaldığım yıllarda birkaç kez sormuştum kendisine ama yanıt alamamıştım. Bu sırrı uzun yıllar hiç kimseye anlatmayan Kemal Aydan, ölümünden kısa bir süre önce ailesiyle paylaşır ve doğrular.

SOKAĞIMIZIN PARKA BAKAN YÜZÜ

Sokağımızın girişinden parka doğru baktığımızda hemen solda Cumhuriyet Bakkaliyesi, Hasan (Akgün) amcanın “Salim Pastanesi” ve oğlu, birlikte büyüdüğümüz arkadaşlarımızdan Ali (Ertuğrul) Akgün, biraz ilerisinde ise Gülizar Hafız, kızı Nurten Teyze ve torunu fotoğraf sanatçısı Süleyman İskender’lerin evi ve işyerleri. Sokağın diğer köşesinde önceleri fırın, sonraları Saruhan’ların Sümer Eczanesi, bitişiğinde Kadir Aga’nın sütlaç ve kazandibi dükkanı, Kütüphane (şu anda Gazeteciler Cemiyeti binası), Tekel Deposu; Azaklar Bakkal sonradan otobüs yazıhanesi oldu ve burada ressam Temel Zihni resim sergileri açardı. Hemen bitişiğinde Yahya Tezel’in evi ve Gülbahçe... Gülbahçe, Trabzon’un en leziz lokantalarından biriydi. Müdavimleri genelde kentimizin ekabir takımıydı. Öğlenleri meşhur “Gülbahçe Döneri”ni sunardı müşterilerine, sahibi Celal Özgür’ün titizliği ile.

Acem Mektebi... Hüseyin Albayrak, Trabzon Milli Eğitim Tarihi adlı eserinde (1. cilt, 176. s), şu bilgileri aktarıyor Acem Mektebi ile ilgili:

“İran okulunun ilk açıldığı yer bilinmemektedir. Sonradan, Gazipaşa Mahallesi, Merdivenli Sokak, parsel 41, ada 236, parsel 43 no’da kayıtlı, şal satıcısı tüccar Tebrizli Hacı Mehmet Cevat tarafından h. 1327 (1909) yılında yaptırılan, geniş avlu içerisindeki üç katlı bir yapıda eğitim öğretime devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması ile de kapanmıştır...”

Acem Mektebi’nin yanında “Kasap Atilla”, İsaoğlu, “Ekmekçioğlu” fırını, Ulusoy ve Çavuşoğlu garajları bizim doğup büyüdüğümüz yıllarda oradaydı. Bir tek “Ertuğrul Fırın” kaldı, yıllara inat.

SULUHAN

“Meydan” civarı bizlerin hemen her gün gezip gördüğümüz alanlardı. Eğlence olanağımız çoktu, fakat sinemanın yeri bir başkaydı bizler için. En önemli zevklerimizden biriydi sinema.

Sokağımızla aynı kaderi paylaşan Suluhan, tarihler boyu değişik milletlerden insanları konuk ederken, nice insanımıza ekmek kapısı olmuştu. O dönem Trabzon’da üç tabelacı vardı: Ali Saraç, Hamit Sağır ve Mustafa Boğuşlu, sadece tabela yazmakla kalmayıp, aynı zamanda hattattırlar da...Hamit Sağır’ın üçüncü dükkanı da Suluhan’dadır, yıkılıp ortadan kaldırılıncaya kadar.

Kuyu Restoran sahipleri Osman Baş, Mehmet İrhan ve Kemal Bak; camcı Ali ve Hasan Aslan kardeşler, tesisatçı Alaattin Nas, “Asmalı Çay Ocağı” sahibi Hacı abi; karşısında Hasan Melek, yanında “Şavrole İhsan” (Kömürcüoğlu), kuzeyde “Bakkal Cemal” (Kalaycıoğlu), “Sami Dede” (Akçay) “Gülen Terzi”, “Sobacı Yılmaz” (Bilenoğlu) ve karşı köşede “Lezzet Lokantası”; alt caddede “Ahmet Bekaroğlu ve Mahdumları” Optik Dünyası’nda Hasan, Hüseyin ve Yılmaz kardeşler, doğup büyüdüğümüz semtte tanıdık yüzler ve aile dostlarıydı.

GENÇLİK YILLARIMIZ

1968 yılı sonlarına doğru ilk kez “Tanjant Yolu”nun adını duyuyorum. Babam, yıkılmak üzere olan evimizi tamir ettirmek istese de, Trabzon Belediyesi yetkilileri izin vermez. Yaşamı boyunca “torpil”, “eş – dost” arayışlarını hiç sevmeyen babam, evi yıkar ve bütün anılarımız bir hayal gibi yıllarca arsa yüzeyinde kalır.

Sokağımızdan ayrılınca, öğrencilik yıllarımızla birlikte yeni arkadaşlar da edindik. 70’li yıllarla birlikte Arafilboy, Yenicuma, Hacıkasım, Uzunsokak ve Kunduracılar daha sık gittiğimiz mahalleler oldu.

Limanda midye çıkarır, “Karayolları’nın altı”nda, Yenimalle “Beşpara”da denize girer, akşamları sinemaya giderdik tatil günlerinde. Hafta sonları Kızlar Manastırı’nın yanında mangal ziyafetlerimizin en coşkulusu hamsi zamanında olurdu.

Özellikle yetmiş sonrası sokaklar pek güvenli değildi. Yanlış anımsamıyorsam o yıllarda üç radyo – teyp tamircisi vardı Trabzon’da. Bunlardan biri Kadınlar Hamamı’nın bulunduğu sokaktaki Hüseyin Aytekin’di. “Okuldan boş zamanın olursa, dükkana gel. Sokakların hali ortada. Hem meslek öğrenirsin” derdi bana. Hüseyin abi, önceleri radyo ve teyplerin, sonraları da televizyonların demir aksamı parçalarını kendi atölyesindeki tornasında yapardı. Asıl ünü havya ucu yapmasıydı. Aytekin, daha sonra sokağımıza taşınmıştı, ancak Tanjant Yolu’yla birlikte başka bir mekana göç etmek zorunda kalmıştı.

Kardeşin kardeşe vurdurulduğu yıllarda kavgadan uzak durur, kendimize her zaman yeni eğlenceler bulurduk. Hasan Fahri Gümüştekin’lerin Taksim Yokuşu “Gameda”nın yanındaki evlerinde fasıl yapar, bazen de kendi kasetlerimizi doldururduk annesi Nacide Teyze’nin sonsuz sabrıyla...

Kunduracılar Caddesi, Odabaşı Aralığı’nda Enver Baş’ın evinde Muazzez Teyze’nin o leziz yemekleri; Hacıkasım / Dervişpaşa Sokak’ta kuzenim Sinan Yılmaz Sağır’ın evlerinin bahçesindeki meyveler ve annesi Neriman Halam’ın tadına doyum olmayan hamsikuşu ziyafetleri asla unutulmaz.

Sokakların karışık olduğu zamanlarda Yenicuma’da Cemal İrhan’ların evine giderdik. Çatıda bir bekar katı vardı, genelde bizler kalırdık. Orada kaldığımızda yukarıda saydığım arkadaşların yanı sıra İsmail Aydın, Mustafa Koç, Ergun Aydın, Engin Çizmeci, Mursel Aydın ve Farozlu Cemil Gayretli ile birlikte sabaha kadar müzik dinlemek en büyük zevkimizdi.

“AGA MUSTİ” VE ARAFİLBOY

Trabzon gibi zengin tarihi olan şehirlerin hemen her köşesinde bir öykü saklıdır. 70’lerin başında ortaokul için Arafilboy’a gidince yeni arkadaşlıklar ve çevre de edindik. Bu sebepledir ki, Merdivenli Sokak’ı yazarken, bu mahalleden de söz etmemek olmazdı. Cumbalı evlerinden sarkan çiçeklerin kokusuyla karşılardı bizleri okul yolunda kanarya ve saka sesleriyle. Yolumuzu kesen bazı teyzeler, bizlere tabaklar dolusu pasta ikramında bulunurlardı.

Bizim İsmail Aydın, Arafilboy Caddesi Tulumba Aralığı’nda otururdu. Babası Ahmet amca ve annesi Mineş teyze ile tamamı erkek yedi kardeş, biz ise sekiz olmamız nedeniyle, ikimizi kıyaslayıp, çok takılırlardı mahalleli. İsmail Aydın der ki; “Bizim Arafilboy’un her zaman bir ‘Çakır’ı vardır. Biri abim İsmet, diğeri ‘Aga Musti’nin kardeşi Orhan, sonuncusu da ‘Gundul Hasan’ın oğlu Şeref”.

Elbette Arafilboy denince “Aga Musti”yi anımsarız. Kendisini ilk tanıdığımda etkileyici bir yapısının olmasının yanı sıra çok da yakışıklıydı. “Aga Musti”yi daha da iyi tanımamız,birlikte büyüdüğümüz İsmail Aydın’ın sayesindedir. İsmail’in dayısı “Acans Ahmet” (Kalaycı)in dört oğlundan biridir Mustafa, namı diğer “Aga Musti”. Annesi Fikriye Teyze ve kardeşleri Muzaffer, Nuri ve Orhan’la mutlu bir yaşamları vardı. Mahallede, Trabzonsporlu Bekir Barçın’la yan komşudurlar. Babası, Zangarya’dan bir kızla evlendirir “Aga Musti”yi ve bir oğulları olur. Yılını tam olarak anımsamıyorum ama 70’li yılların ikinci yarısı olabilir; oğlu İstanbul’da bir Fenerbahçe – Trabzonspor maçına gider ve dönüşte trafik kazasında hayatını kaybeder. O günden sonra “Aga Musti”nin yaşamı bir kabusa dönüşür ve yaşanmaz hale gelir. Sonrasını yazmak bizler için de çok güç. Ölümünden önce İstanbul’a gider. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra bir gazetenin üçüncü sayfasında acı haberi okuruz: Boğaz Köprüsü’nün Avrupa ayağının Ortaköy’deki direğin dibinde donarak ölmüş vaziyette bulunur. Büyükşehir Mustafa’yı yutmuştu.

Merdivenli Sokak’tan sonra ata evimizin İtalyan mezarlığı yanında olması nedeniyle Arafilboy “bizim mahallemiz” olmuştu. Ancak babamı 23 Temmuz 2010 tarihinde ebediyete uğurladıktan sonra Arafilboy’a gitmek acı veriyor artık.

Tekke Mahallesi’ne de gidemem. Sokağımız, Merdivenli Sokak da yok... Bugün Tekke Mahallesi’ni ikiye bölen, Merdivenli Sokak’ı da neredeyse ortadan kaldıran, bir kamburu vardır “Tanjant” diye. “Varlık ortasında yokluk” bu mu olsa gerek? Ya da değer bilmezlik!..

Trabzon 2015 Dergisinden

Yayınlanma Tarihi : 22 Eylül 2015

“TRABZONLU MESUT” HOCA
Bekir GERÇEK (Mimar)

Yıllardır yalnızca kentimi yazmak istedim. Kentime güzelleme üzerine oldu gayretim. Bu arada gördüm ki; bu güzel kent, mekanları, yaşayanları ve yaşama kültürü ile çok sayıda değerli kişilerin yetişmesine de pota oluşturmuştu.

Kentin bu değerlerinin de kayda alınıp, gelecek kuşaklara yazılacak mektuplara işlenmesi için ne yapılabilirdi?

Şüphesiz bu tür çalışmalar çeşitli müelliflerce yapılmıştı, yapılmaktaydı. Fakat bazı kişiler henüz ya hatırlanmamış ya da yeterince değerlendirilememişlerdi.

Ben bu yazıda sizlere, feyz aldığım, mesleğimi öğrendiğim bir Trabzonluyu anlatmaya çalışacağım: Prof. Dr. Mimar Mesut Evren’i... Saptayabildiğim, ulaşabildiğim bilgilerle ve anımsadıklarımla Hocam Mesut Evren’i...

Kadri Mesut Evren Bey’in oğlu olan Mesut Hoca, 1923 yılında Trabzon’da, Ortahisar Mahallesi’ndeki evlerinde dünyaya gelmiştir.

Kadri Mesut Bey

Kadri Mesut Bey, 1884 doğumlu. Öncelikle usta bir kalem. Trabzon’da bazı gazetelerde yazıları yayımlanmış. 10 Temmuz 1909 Kehkeşan gazetesinde meşrutiyete övgüler içeren makalesi ilgi çeker, aynı dönemde Fransız edebiyatçılarından Şatr Biryan’ın bir romanını “Son Safa” adıyla Fransızcadan Türkçeye çevirerek 1913 yılında Trabzon İkbal Matbaası’nda bastırarak yayımlar.

Osmanlı modernleşmesine Trabzon’dan katkı yapan bir aydındır Kadri Bey.

Trabzon Barosu’nun kurucularındandır. 1923 - 1931 yılları arasında yirmi iki numaralı üyesi olarak Baro’nun ilk başkanlığını da yapar.

Mustafa Kemal Atatürk’ün modern belediyeciliğin başlangıcı sayılan 3 Nisan 1930 tarihli ve 1580 sayılı Belediye Kanunu gereğince, 1930 yılı Ekim ayında yapılan seçimlere Cumhuriyet Halk Fırkası’nın adayı olarak katılan Kadri Mesut Bey, Belediye başkanı seçilir. İlk kez kadınlara da seçilme hakkı tanınan, bu seçimlerde Trabzon’da üç bayan üye Kadri Mesut Bey’in listesinden Belediye Meclisi’ne seçilirler.

1930 - 1937 yılları arasında sürdürdüğü Belediye Başkanlığı döneminde, Başkan Yardımcısı Şevket Çulha Bey’dir. Modern belediyeciliğin yeniden yapılanarak kurumsallaştırıldığı bu dönemde Maçka, Zefanos ve Soğuksu semtlerine belediye otobüs seferleri başlamıştır. Balıkhane hizmete girmiştir. Gazipaşa Caddesi, Ortahisar - Bahçecik yolu tamamlanmış; Moloz’daki beton iskele, Değirmendere’de Gaz İskelesi bu dönemde hizmete girmiş; Maraş Caddesi’nin 14,5, Uzuksokak’ın 12 metre genişliğinde olmasına ait karar da bu dönemde üretilmiştir. Hüseyin Avni Aker Stadyumu’nun yerinin istimlaki de bu dönemde yapılmıştır.

Kadri Mesut Bey’in dört çocuğundan ikinci sırada dünyaya gelen Mesut, tek erkek çocuğudur. Ablası Mualla, küçük kardeşleri Süheyla ve Necla’dır.

1923 yılında dünyaya gelen Mesut, 14 yaşındadır. “T.O.O. sınıf 3/B, 629 Mes’ut Evren” olarak sunduğu konuşması; “Yaşasın Cumhuriyetimiz, yaşasın onun büyük yaratıcıları, yaşasın Ulu Şef ATATÜRK” cümlesiyle tamamlanmaktadır. O gün “Çocuk Efendi”dir küçük Mesut, Büyük Bayram’da.

1987 yılı Mimarlar Odası, hocamızın doğduğu evde büyük salonunda bir anma toplantısı düzenler... Toplantıyı duyan bir diğer Trabzon beyefendisi Aslan Pulathaneli, iş hanının dördüncü katındaki büroma asansör kullanmaksızın varır. Elinde Cumhuriyet’in 14. yılında öğrenci temsilcisi Mesut Evren’in sunduğu konuşmanın metni vardır. “Sağ olun! Mesut’a anma toplantısı yapmışsınız. Elli yıl evvel irad eylediği nutuk için yazdıkları bunlar. Orijinalidir ha!” deyip, acele işine döner.

Yirmi beş yıl olmuş sakladığım iki daktilo sayfası sararmış metin... Yetmiş beş yıl evvel Cumhuriyet’in değerini erken kavramış, 14 yaşında bir genç adayı çocuğun yazdıkları. Şöyle diyor bir yerinde: “O, bizim varlığımızdır. O, bizim canımızdır. O, bizim kendimizdir”.

1932 yılında Halkevi, Trabzon’da şube açmıştır. Halkevi çatısı altında tiyatro faaliyetleri sürdürülürken, 23 Nisan 1938 tarihinde “Halkevi Temsil Kolu”, “Himmet’in Oğlu” adlı oyunu sahneler. Oyunda genç Mesut Evren, ablası Meliha Hanım’la birlikte rol alırlar. Buna ait kayıtlar İbrahim Azcan’ın hazırladığı “Türk Modernleşmesi Sürecinde Trabzon Halkevi” adlı kitapta mevcuttur.

1937 yılında Belediye Başkanlığı görevini tamamlayan babası Ankara’ya yerleşir. O yıl orta okulu bitiren Mesut, Ankara’da Atatürk Lisesi’ne devam eder. Ardından İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni kazanır. 1947 yılında fakülteyi bitiren Mesut Evren, okulunda asistan olarak akademik görevine başlar.

1950 yılında “Kapalı Spor Salonları ve Diğer Spor Tesislerine Umumi Bir Bakış” adlı yeterlik çalışmasının kabulünden sonra 1957’de “Türk Evine Çıkma” konulu tezi ile doçent unvanını alarak öğrenci projelerini yönetmekle görevlendirilir.

1960 yılında “eylemli doçent” diye atanır. 1962 - 1963 yıllarında İngiltere, İsveç, Danimarka’da incelemeler yapmakla görevlendirilen Mesut Evren, 1971 yılında profesör olur.

“Şehircilikte Mimarın Rolü” (1961) ve “Türkiye’de Arsa - Yapı Sorunları ve İlişkileri” (1985) adlı yayınlarının yanı sıra, birçok konferans ve seminerlerde sunduğu bildirileri vardır.

Çankaya Köşkü bahçe ve heykel kaidesi düzenlemesi, Ankara Spor Salonu, Bursa Otobüs Terminali, Halkalı MERKA Boyama Fabrikası, Yeniköy’de Adil Şatıroğlu yalısı, Trabzon - Yalıncak’ta Kemal Sezer villası; Göztepe, Şişli, Beşiktaş ve Trabzon’da apartmanlar, Beşiktaş Işık MMÖYO, Fındıkzade Trabzon Talebe Yurdu, Hoca’nın bazı önemli mimari uygulamalarıdır. Yalvaç, Eğirdir, Hopa, Borçka, Fındıklı, Göynük, Gölhisar, Adıyaman, Karaoğlanlı ve Nizip imar planları, müellifi olarak yürüttüğü şehircilik çalışmalarıdır.

Katıldığı yarışmalarda; Trabzon Sergi Evi (2. ödül), Ankara Spor Salonu (1. ödül), Emekli Sandığı Karaoğlan Büro Binası (3. ödül), İstanbul Stadyumu (mansiyon), Çankaya Köşkü Heykel Kaidesi (1. ve 2. ödüller), Ankara Yeni Mahalle Ev Tipi (1. ödül), Bursa Santral Garajı (1. ödül), Eskişehir İmar Planı (mansiyon), Kızılay’da Büro Binası (mansiyon), Diyarbakır Koleji (mansiyon) kazandığı çeşitli ödüllerdir.

Mimarlar Odası’nın çeşitli birimlerinde özveri ile çalışan Mesut Evren; 1961 yılında İstanbul Planlaması Geçit Devresi Şurası’na Mimarlar Odası Görüşünü Tespit Komisyonu’nda üyelik ve aynı şurada Mimarlar Odası’nı temsil... Aynı yıl Anayasa Ön Projesi Komisyon üyeliği, Anayasa Anketine Cevap Komisyonu Başkanlığı... 1966 yılında Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Y. Danışma Kurulu üyeliği görevlerinde bulunur.

1959 yılında Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyeliği ve 1960 yılında Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanlığı görevleri de Mesut Hoca’nın mensubu olduğu meslek örgütünden esirgemediği özverili çalışmalarıdır.

Yukarıda altmış iki yıllık ömrüne sığdırdığı bazı önemli uğraşılarını ve başarılarını aktararak biyografik bir tanıtım yapmaya çalıştım.

Şimdi Mesut Evren’i; “Mesut Hoca” olarak, “Trabzonlu Mesut” olarak, bir dost ve arkadaş olarak, gösterişsiz, mütevazı kişiliği ile dostlarının da aktardıklarından yararlanarak anımsayıp, anımsatmak isterim...

Prof. Dr. Mesut Evren, Anadolu toprağındaki mimarlık sanatının ulaştığı düzeyi iyi bilen ve hiçbir özentiye kapılmaksızın geleneksel yapı sanatımızın çağdaş yorumlarının başarılabileceğine inançlı bir mimar ve öğretici. Geleneksel mimarimizdeki kaliteyi, estetiği, doğruları, korunası değerleri ve yaşama kültürüyle birlikte dikkatimize sunan öğreticimizdi o... “Ortahisarlı Mesut”un, büyüdüğü evinden, çevresinden, çevresindeki kültürel mirastan esin almış olabilir miydi bu duyarlılığı?

Kendi eserlerinde de sanatsal kişiliğini yansıtan bu anlayışı biz öğrencilerine sunarken, özgür düşüncemize hiç ama hiç engel olmaksızın ufkumuzu genişletirken, sadece anımsatıyordu.

Mimarlık anlayışının çeşitli “izm”lere bağlı düşünüldüğü günlerdi o günler. Belki de Mesut Evren, bir erken postmodernci idi herkesten önce.

Öğrencilerini evlatları gibi severdi o. 1960’lı yılların sonları; Trabzon’da Taç Kulüp (Türk Alman Dostluk Cemiyeti) lokalinde müzik yapan altı kişilik orkestra... Solistimiz hariç (O, harita bölümü öğrencisiydi) hepimiz mimarlık öğrencisiydik. Yemek müziğine yeni başlamıştık; tam orkestranın karşısındaki masaya konukların oturmakta olduğunu gördük. Ve de aralarında Hocamız... Hikmet Şatıroğlu, çocukluk arkadaşıymış ve Mesut Bey o akşam Şatıroğlu Ailesi’nin konuğu... O da bizi fark etmişti. Ara verince, suçlu çocuklar gibi masasının önünden geçecektik. Bu arada “Hoş geldiniz Hocam”. Hemen hemen hepimizin belleğinden dilimize inmek üzereydi ki, Hocamızın ayağa kalkıp, masasına bizi davet etmesini halen hatırlarız. Takdir ettiğini hissettirerek, sımsıcak duygu, sevgi yansıtan tavrıyla o akşam konuk olduğu masasının biz de konuklarıydık. Çünkü onun ki kuru bir davet değildi. Sahiplenmişti biz evlatlarını. Bir gün sonra proje dersimizde; O yine “Mesut Hoca”, biz yine öğrencileriydik.

1987 yılı idi. Yukarıda bahsettiğim anma toplantısını yapacaktık Mesut Hoca’mıza doğduğu evde. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Mesut Evren’in yakın dostu, bir başka hocamız Prof. Dr. Muzaffer Sudalı’nın ziyaretine gitmiştim. Amacım, ondan Mesut Hoca’mızla ilgili bilgi, belge ve anı vb. öğrenmek ve edinmekti. Söz döndü dolaştı, kendilerinin Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne “Uçan Hocalar” olarak nasıl geldiklerine dayandı.

Sudalı anlatmıştı...

1966 yılında KTÜ üçüncü öğretim yılına başlamışken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde hocalar bir senato toplantısındadırlar. İçlerinden biri yarım ağız, “Trabzon’daki üniversiteye nasıl yardım edebiliriz?” diyecek olur. Mesut Evren, ayağa kalkar, kendisine olan sevgiyi, saygıyı iyi bilen tavrı ile kendisini kırmayacaklarından emin, “Bu işler uzaktan ağıt yakma ile olmaz. Ben yarın gidiyorum. Hadi gelen varsa, bana katılsın” der.

KTÜ, İTÜ’den gelen hocalarla eğitimi kurtarır. Biz onlara “Uçan Hocalar” derdik. O dönemin Türk Hava Yolları’nda kullanılan F-27’leri üniversitenin penceresinden beklerdik. Sanırım üç buçuk saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Havaalanı’na ulaşır ulaşmaz, KTÜ’nün tek aracı Dodge pkap ve şoförü Sıtkı Dayı, hocaları Havaalanı’ndan alır, okula getirirdi. Onlar ceketlerini çıkarıp, beyaz önlüklerini giyerek, sınıfta bekleyen öğrencilerine koşarlardı. Mesut Evren, Muzaffer Sudalı, Gündüz Özdeş, Hande Süher, Ahmet Keskin, Niyazi Duman, Müfit Yorulmaz, Fikret Keskinel, Yalman Odabaşı, Hilmi Deren, Lütfü Zeren, Orhan Arda, Orhan Safa, Gazanfer Beken, Nezihi Eldem, Abdullah Sarı, Mükerrem Anabol, Doğan Kuban, Ferruh Kocataşkın, Mimarlık Fakültesi’nde ilk aklıma gelenler...

“Trabzonlu Mesut”... Bu tanım arkadaşlarına ait. 1987 yılındaki anma toplantısında -ki ölümünün ikinci yıldönümü idi- ardından konuşan arkadaşları, dostları Şevket Çulha, Hasan Kırali, Hikmet Şatıroğlu, Sırrı Eren, Zeyyad Nemli, Kemal Sezer ve Neriman Cansız Hanımefendi çeşitli anılar aktarırken, birleştikleri tespit, onun iyi bir Trabzonlu olduğu ve hep Trabzon efendisi olarak kaldığı idi.

Neriman Cansı Hanımefendi, su böreğini çok sevdiğini ve Trabzon’a gelişlerinde “Abla börek aç, yarın pikniğe gidelim” diyerek, hem su böreği, hem de Soğuksu Köyü’ne olan özlemini bir arada giderdiğini anlatmıştı.

Kemal Sezer Bey, Karadeniz Kulübü’ne olan ilgisini, kayganayı çok sevdiğini, köylerine gittiklerinde bahçeden domates, salatalık koparmayı istediğini... birer tane aldıktan sonra, “Birini kopart, kalanı taze dursun. Gelen de taze bulsun” diyerek bahçeden ayrıldığını söylemişti.

Gazeteci Zeyyad Nemli, “O, Trabzon beyefendisi idi. Kendisini tanıtırken ‘Trabzonlu Mesut’ derdi” vurgusunu yapmıştı.

Hasan Kırali Bey, İstanbul’da uygulamalarında birlikte sorumluluk yüklenen Sürmeneli bir usta idi. Hasan Bey de, uyumlu tavırlarını ve tevazu ile yarattığı çalışma ortamını anlatmıştı, gözleri ıslanarak.

Hocamızın dostları, bu güzel insanlar hepsi şu anda onun alemindeler. Tümünün ışıklar içerisinde olması dileğimiz.

Cumadan gelirdi Hocamız, pazar günü giderdi. Derslerinden, eş dost birlikteliklerinden vakit ayırıp sevdiği, özlediği kentini yaya dolaşırdı. Bizler Hoca‘ya, yıllar evvel bıraktığı eski kentin tarihi mekanlarında dolaşırken sıkça rastlardık. Ortahisar, Pazarkapı, Gülbaharhatun, Tekke vs...

“Trabzonlu Mesut”, İstanbul’da da kentine, kentlilerine hizmetten zevk alıyordu.

Altmışlı yıllarda İstanbul’daki “Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti”, yurt yaptıracaktır, Fındıkzade’deki taşınmazında. Yine hemşehrimiz Mesut Evren Hoca, en öndedir. Projeler Hoca’nın hediyesi; para toplamak için “salma”ya çıkan ekibin içinde Hoca da vardır.

1962 yılı, bu hizmet daha yeni başlamak üzeredir. O dönemin Trabzonlu üniversitelileri adına mimarlık öğrencisi Aydın Nalbantoğlu, bir söyleşi yapar Mesut Hoca ile. “Doç. Y. Müh. Mimar Mesut Evren’le Röportaj” başlığı altında yayımlanır bu söyleşi; 1962 yılında Hamsi dergisinin bülteninde. Kapakta da hayal edilen, umutla beklenen Fındıkzade’deki Öğrenci Yurdumuzun bir perspektifi vardır.

Aydın Nalbantoğlu sorar:

“Yeni yurt inşası hakkında neler düşünüyorsunuz?”

Yanıtlar Mesut Hoca:

“Çok kötü şartlar altında tahsillerine devam etmekte olan gençlerimizin bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir yurda kavuşmaları, onları türlü sıkıntılardan kurtaracak ve huzur, şevkle çalışmalarını, iyi yetişmelerini sağlayacağı muhakkaktır.

Hemşehrilerimizin, gençlerimize bu imkanı sağlamak için, ellerinden gelen imkanları esirgemeyeceklerine inandığım kadar, gençlerimizden buna layık olduklarını kısa bir zamanda göstereceklerine inanıyorum.”

A.N.: Hayatta muvaffak olmak için genç arkadaşlarınıza neler tavsiye edersiniz?

M.E.: Vazife ve muvaffakiyet hissini, memleketin neler beklediğini bir an aklından çıkarmadan, çalışabildiği kadar çalışmak.

A.N.: Trabzon’un inkişafı hakkında görüşleriniz?

M.E.: Trabzonlunun zeka ve cevvaliyeti ile memleket içinde hissesine düşen payı en iyi şekilde yerine getireceği inancı, bu inkişafın yolunu en iyi olarak kendisinin bulacağını gösterir. Gençlerimizin azmi ve gayretleri bunun süratini tayin edebilir zannederim.

Hep Trabzon’la, hep yanlarında olmuştur Trabzonluların Mesut Hoca...

Anılsın istedim Trabzon’da, Trabzonlularca...

Bir de yazı bittiğinde farkına vardım ki, “bazı kişiler henüz ya hatırlanmamış ya da yeterince değerlendirilememişlerdi”.

Bu kısacık yazıda ismini andığım hemşehrilerimizin tümü aramızdan ayrılmışlar.

Yeterince anımsanmaları, anılmaları dileğimdir.

Bir de ışıklar içinde olsunlar isterim...

Kaynak:
1) Kadir Mesut Evren, Biyografi, Veysel Usta, 2011.
2) Mimarlık 85 / 5 - 6, Mimarlar Odası aylık dergi, 1985.
3) Hamsi dergisi - Karadeniz Balosu - Bülteni, 1962.

Trabzon 2015 Dergisinden

Yayınlanma Tarihi : 22 Eylül 2015