Son Güncelleme: 18 Nisan 2025 21:39:33
KAYAN BİR YILDIZIN ARDINDAN

Sadri KARAKOYUNLU,Emekli General (Trabzon Lisesi 1941 Mezunu) TRABZON Dergisi Sayı 2: Aralık 1988

Karanlık bir gökyüzünde bazan geride ışıktan parlak bir iz bırakarak meçhüllere doğru kayıp giden yıldızlar görürüz. Sanki bu yıldızlar da sonsuz bir yolculuğa çıkmış gibidirler. Çünkü onları bir daha görmek ve izlemek mümkün değildir.

Ahmet Faik Dranaz da kendisinin yarattığı gökyüzünden bir yıldız gibi sonsuza kayıp gitti. Fakat biz şimdi onun arkasında bıraktığı ışıklı izden nereye gittiğini görebiliyoruz.

İnsan yaşamının belirli süreleri içinde, geçiciliği kanıtlanmış bir ömrün daha anlamlı ve daha büyük amaçlarla taçlanmış olması, unutulmamak ve sonsuz zamanın sınırları içinde daima hatırlanmak mucizesini gösterir... Kanım odur ki, Ahmet Faik Dranaz böyle bir mücizenin yaratıcısı olmuş insandır.

10 Ağustos 1988 Çarşamba günü İstanbul Şişli Çocuk Hastahanesi'nde vefat eden, Ahmet Faik Dranaz, bu gökkubbede bir hoşseda bırakarak sonsuzluğa göçtü. Biz öğrencileri onu, bundan sonra seçkin kişiliği ile bıraktığı bu hoşsedanın kalplerimizde duyulan yankılarıyla hatırlayacak ve daima anacağız.

Ahmet Faik Dranaz, 1909 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde Akdeniz Adalar Vilayetinin Leros Kazasında doğmuştur. Anne ve babası Boyabatlı'dır. Kendisi de Boyabat nüfusuna kayıtlıdır. İlk, orta ve lise öğrenimini Kastamonu'da tamamladıktan sonra Galatasaray Lisesi'nde felsefe öğretmen stajiyeri olarak göreve başlamış ve daha sonraları Kastamonu, Sivas, Trabzon ve Kabataş Liselerinde Felsefe Öğretmenliği ve Müdürlük yapmıştır.

1948-1951 yılları arasında İsviçre Bölgesi Kültür Ateşeliği ve Öğrenci Müfettişliği Sekreterliğine atanan ve bu süre içinde NEUCHATEL ÜNİVERSİTESİ'nde "MUKAYESELİ DİNLER TARİHİ" üzerinde doktora yapan Ahmet Faik Dranaz'ın tezi Profesörünce onaylanmadığı için savunmasını yapamamış ve bu nedenle doktor ünvanı alamamıştır. Bu, onun içinde büyük bir dert olmuştur. Daha sonra İstanbul Etilerde ATA KOLEJİ kuruculuğunu ve müdürlüğünü yapmış, 1974 yılında yaş haddinden emekli olmuştur.

"FELSEFE KLAVUZU" ile "ÇAĞDAŞ FİLOZOFLARDA ÖLÜMÜN ANLAMI" çevirilerinden başka biyografik alanda ve bir roman türünde hazırlayıp anılarını topladığı ((DİYET 1)) ve ((DİYET 2)) adında iki eseri ile 1977 yılında bastırdığı "DORU BEYGİRİN SERÜVENİ" başlığını taşıyan bir öykü kaleme almıştır. Sağlığında bastırabilmek imkânını bulamadığı "DİYET 1" ve "DİYET 2" adındaki eserleri bütün yaşamı boyunca etki altında kaldığı olaylarla birlikte, öğretmen arkadaşlarının ve öğrencilerinin bir felsefe öğretmeni olarak karakter ve diğer yaradılış özelliklerini anlatan konuları kapsadığını bir konuşmasında ifade etmişti. Bu değerli eserlerin biz öğrencileri tarafından ele alınarak bastırılması, zannederim ki onun ruhunu huzur içinde bırakacaktır.

Ahmet Faik Dranaz, kuşkusuz Türk Milli Eğitiminin en seçkin bir siması ve idarecisi idi. Onun, bir felsefe öğretmeni olarak hayata atıldığı yıllar içinde görev yaptığı liselerde, kendisine özgü prensiplerle ne kadar büyük bir ad bıraktığı daima hatırlanmaktadır.

24 Nisan 1987 Cuma günü Trabzon'da 100'ncü kuruluş yılı törenlerle kutlanılan Trabzon Lisesi'nde, bir gün sonra düzenlenen Hamsili Pilav şöleninde, lise konferans salonundaki konuşmalar sırasında O'nu "En yaşlı öğretmen" olarak kürsüye çağırmışlardı.

Büyük bir alkış tufanı ile kürsüye gelen Faik hoca için, 24 Mayıs 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde ((TRABZON'DA 100 YILLIK LİSE)) Başlıklı yazısında Sayın Ord. Prof. Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU diyor ki; "İkinci gün lisenin konferans salonunda yapılan 100'ncü yıl kutlama töreninde en yaşlı öğretmen olarak sahnedeki kürsüye çağrıldığında büyük bir alkış tufanı koptu. Bu gösteri, Trabzonlu'ların ve en eski öğrencilerin kalplerini fethetmiş olmasının bir kanıtlydı. Kürsüde çok heyecanlandı, ancak bir kaç cümle söyleyebildi... Kalmakta olduğumuz lojmanda Sayın Faik Dranaz ile ertesi günü yeniden karşılaştık. Hukukçu arkadaşlarımın ve Belediye Başkanı'nın yanında bana "Hıfzı Veldet Bey, dün ben sizin hakkınızı yedim. "Şeyhül muallimin" diyerek beni takdim ettiler. Hal bu ki, siz benden yaşlı imişsiniz. Bunu Necmettin Karaduman'a da söyledim. O da sizin bu liseden mezun olduğunuzu bilmediğini söyledi" dedi.

Yanıt olarak "üstadım, siz bu lisede uzun yıllar görev yaparak yüzlerce öğrenci yetiştirmiş bir eğitimcisiniz. Ben lisenin bugün hayatta olan en eski mezunuyum. Bu nedenle orada sizi takdim etmeleri doğru ve yerinde idi. Benim adımı hiç anmamalarının önemi yok, üzülmeyiniz" diyerek, elimin üstüne koymuş olduğu elini, öbür elimle okşayıp içimdeki dolu, sevgi ve saygıyı belirtmeye çalıştım.

Ümit ediyorum ki öğretmenlik yaşamının en olgun çağında unutulmaz anılarla süslediği Trabzon Lisesi'ndeki uzun hizmetlerinin bir mükafatı olarak gösterilen bu candan ilgi, ona karşı duyulan sonsuz sevgi ve saygının en belirgin bir belirtisi olmuştur.

Ahmet Faik Dranaz'ın görev yaptığı liselerden yetişen öğrencilerin çoğu ister devlet hizmetinde isterse serbest hayatta olsun çok başarılı olmuşlardır.

Bu öğrenciler arasında T.B.M. Meclisi Başkanı, Bakan, Milletvekili, Vali, General, Genel Müdürlük yapmış olanlardan başka üniversitelerimizde çeşitli akademik kariyere sahip bir çok bilim adamı vardır. Serbest ticari hayatta da çok başarılı öğrencilerine rastlanmaktadır.

İşte O, yetiştirdiği bu insanların varlığı ile unutulmaz olmuş ve "YENİDEN VAROLMAK" gibi sonsuz bir mutluluğun sırrını bilmiştir. Diyebiliriz ki, O, bütün yaşamı boyunca bu amaca doğru hiç duraksamadan yürümüş ve sonsuza ulaşmıştır.

Ahmet Faik Dranaz, kendisini nasıl anlatmak istemiştir? Bunu çeşitli konuşmalarında, öğrencilerine ve arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, üzerinde ısrarla durduğu kendi karakter çizgileri üzerindeki anlatımlarıyla şöyle belirtmiştir. Bir konuşmasında kendisinden çok emin olarak diyordu ki "Tedbirde kusurum olmadığı sürece, Tanrı beni kollar, bunu biliyorum" yine çarpıcı bir ifade ile "Çocuklar Tanrı sevgisini kalbinizden eksik etmeyiniz. Tanrı sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır. Zira O, kâinatın halikidir. Her derdin çaresini bilir ve verir." demişti.

Öğrencilerin sevgi ve saygısı ile o kadar kuşatılmıştı ki, "Meğer ne talihli hoca imişim. Bakıyorum da yurt hizmetinde yarışa çıkmış insanların arasından nirengi noktalarına ulaşanlar hep görev yaptığım Liselerden çıkıyor" demekteydi. Bana yazdığı bir mektupta şu satırlara yer vermişti. "Hayatta benim kadar öğrencileri tarafından sevilen ve sayılan bir öğretmen çok azdır.

Bu inanç bana mutluluk veriyor ve inanınız ki, ömrümü artırıyor. Öğrencilerimden birini görmek beni tüm bunalımlardan uzaklaştırıyor, eski günlerimi anımsatarak yaşantıma taze güç katıyor."

Ahmet Faik Dranaz'ın eski günlerini anımsayarak anılarla yüklü geçmişindeki yaşama dönüşü onun anlatımıyla şu anlama gelmekte idi:

"Bence anılarıyla yaşayan bir insan kısacık ömrünü, derinlemesine uzatan bir insan demektir!"

4 Mart 1983 tarihinde bana yazdığı diğer bir mektubunda verdiği bir mesajla tüm öğrencilerine şöyle sesleniyordu: "Küçükken ya ilk ya da orta okullarda, "Usül-i Tahrir", İdadide "Anadolu Yuvası" diye kitaplar okurduk. Bu kitaplardan öğrendiklerimi hala unutamıyorum. Bize bir babaya nasıl mektup yazılacağını örnekleriyle gösterirlerdi. Ezberlediğim bir cümle şöyle idi.

"Veli nimetim Pederim efendim, bais-i hayatım, sebeb-i feyzi necâtım. v.s"

İşte bu cümlede geçen "bais-i hayatım" deyimini ben şimdi başta siz ve diğer tüm öğrencilerim için kullanıyorum. Beni hayata kavuşturan, ölümden sonra diriliş sırrını öğreten sizlersiniz. Hasta olduğumu öğrenince başta Necati Ersoy'u (*), Nazım Özkan'ı '(**) ve Bütün İstanbul hastahanelerini alarma geçiren en başta sizsiniz. Ben bu iyilik ve insanlık dolu ilgileri nasıl unutabilirim. Siz şimdi bütün alçak gönüllülüğünüzle "Aman hocam, bu bizim ilk vazifemizdi" diyeceksiniz. Ben sizinle daima övüneceğim. Çünkü eskilerin "Adam dedikleri kişilerin yetişmesinde karınca, kararınca, bir payım olduğunu bilirim."

Şubat 1983 ortalarında total bir felç geçirmiş olduğunu haber alınca, Trabzon Lisesi'nden öğrencileri olan yukarda adları yazılı değerli iki doktor arkadaşıma acele telefon ederek durumu bildirmiştim. Her ikisi de hemen harekete geçerek yaptıkları ani müdahale ve tedavi sonucunda Hocayı sağlığına kavuşturmuştu. Bu ilgi onu çok etkilemiş olacak ki, yazdığı mektupta yukardaki satırlara yer vermişti.

Büyük ölçüde sağlığına kavuştuktan sonra, yazdığı 15.IV.1983 tarihli mektubunda, "Vefakarlığının nasıl hayranıyım anlatamam, Nazım Özkan'la telefon konuşması yapmayınca içiniz rahat etmedi. Kullandığınız şu cümle beni mest etti: "Hocam diyorsunuz; "şimdi anlıyorum ki, siz kendinize ait değil, tamamen bize aitsiniz."

Bu sözdeki gerçek sevginin büyüklüğünü ancak sizin gibi şair ruhlu, bir insan dile getirebilir. Bana benden Yakın insanların bulunabileceğini ne güzel anlatıyorsunuz.

"Bana sahip çıktığınızı, özellikle sizin gibi çok sevdiğim öğrencilerimden duymak, her hocaya nasib olmayan müstesna bir mutluluğu belirtir. Sağolun, varolun. Ölürsem gam yemiyeceğim. Çünkü, henüz yaşamaktayken, sahipsiz olmadığını bilen tek kişi eski hocalardan biri olarak benim. İyi ki TRABZON LİSESİ'nde sizin gibi kadirşinas öğrencilere hocalık etmişim. Aslında mesleğimi iyi seçmişim. Önemli olan Öğretmenliği sevişimdir, diyordu. Hastalığından altı veya yedi ay önce İstanbul'da Mecidiyeköy'deki mütevazı evinde kendisini ziyaret etmiştim.. Bana şöyle bir anısını anlattı.

"Bana eski öğrencilerimden OMSA'nın sahibi İbrahim BODUR'un ortağı Avni KÖSEMAT şu sözleri söylemişti.. Ben bu sözleri yazmakla olduğum "DİYET-11" romanımda tekrarladım. Bu romanda tüm öğrencilerimin adı ebedileşiyor." Avni KÖSEMAT demiş ki;
"Hocam, sizin sırtınız hiç bir zaman yere gelmiyecektir. Sizin açamıyacağınız hiç bir kapı yoktur. Çünkü memleketi yöneten nirengi noktalarında sizin yetiştirdiğiniz kimseler görev almıştır. "İşte beni şımartan ve "Megalo-mani"ye sürükleyen bu gibi sözlerdir." Yukardaki sözle ilgili olarak yazdığı 4.IV.1983 tarihli mektubunda da şu satırlara yer vermişti;
"Dün Necati Ersoy'un yanındaydım. Çeşitli hastalıklarımı anlattıktan sonra gerçek hastalığımı ben biliyorum. Değme Ruh doktorları, Psikiyatristler bana teşhis koyamazlar, koysalar bile yüzüme karşı koydukları teşhisi söylemek cesaretini gösteremezler" dedim ve ekledim, "Benim hastalığıma buz gibi "Megalomani" derler ve ben bu hastalığımın nedenlerini de biliyorum. Çünkü beni devamlı olarak şımarttınız. Sorumlu olan sizsiniz. Tüm eski öğrencilerim sorumludurlar."

Hoca, Dr. Necati Ersoy'u çok sever ve mesleğindeki ehliyetini takdir ederdi.

Eşinden ayrıldıktan sonra birlikte oturduğu ablası Niyaze hanım bir gün kendisine eski öğrencilerinin bir hızır gibi imdadına yetiştiklerini görünce demiş ki; "Faik... Öldüğün zaman mezarda Münkir ve Nehir melekleri ile karşılaşacaksın. Sen yavaşça başını kaldıracak, sağa sola döndükten sonra diyeceksin ki; ikinizi de tanıyorum. Acaba hangi liseden mezun oldunuz?
Onlar ellerindeki topuzu bir yana atacaklar ve seni doğru Cennet'e getireceklerdir. "İnanıyorum ki ablası Niyaze Hanımın vurguladığı gerçek onun şimdi Cennet'te oluşudur.

Ankara'da bulunan eski öğrencilerinden bazıları hiçbir zaman kendisinden yakın ilgilerini esirgememişlerdi. O da bunun farkında olduğu için, bu öğrencilerini her zaman arar, sorar ve onları sırası geldiğinde takdirle anardı.

Bu öğrencilerinin başında, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Baş Denetleyicisi Necmettin Küçükker, Emekli öğretmen General Osman Feyzioğlu, o zamanki Milli Piyango Genel Müdürü ve şimdi İstanbul Ticaret Odası temsilcisi Cevat Kaani Üner, Eski parlamenterlerden Ömer Özen yine eski, şair ve avukat Şinasi Özdenoğlu, Danışma Meclisi Üyesi ve şimdi Atatürk Yüksek Kurumu Hukuk Müşaviri Avukat Kazım Öztürk ile Danışma Meclisi üyesi Mazhar Haznedaroğlu vardı.

Ankara'ya her gelişinde Trabzon Lisesi'nden arkadaşı emekli Coğrafya öğretmeni Sayın Faruk Caner'in konuğu olurdu.

Trabzon Lisesi'nin 100'ncü kuruluş yıldönümü kutlamaları için Trabzon'a davet edilince, doğruca Ankara'ya geldi. Kendisini Faruk Caner ve Avukat Kazım Öztürk ile ben garda karşıladık.

İkametine ayrılan Bulvar Palas'a getirdik.. Ankara'da kaldığı bir haftalık süre içinde Şinasi Özdenoğlu, Cevat Kani Öner, ben ve Kazım Öztürk hemen hemen her zaman yanında bulunduk.

Dikkat ediyordum. Hepimizin yüzüne dalgın dalgın bakarak sanki bizlere, bu Trabzon yolculuğunun, bir yılı aşkın bir süre sonunda, çıkacağı ebedi yolculuğun başlangıcı olduğunu anlatmak ister gibiydi.

O aramızda değil artık.
En iyisi şimdi biz, O'nun için duyduğumuz özlemlerin sıcaklığında erimeden, gittikçe büyüyen mesafelerle noktalanmış ayni yola itilen çaresiz yolcular gibi, onun gittiği yerde onunla buluşacağız.

Hocamız Ahmet Faik Dranaz'a, her geçen gün biraz daha yaklaşmış olmanın tesellisindeki lezzeti, yaşadıkça tadmasını bilelim..
Hocam ruhun şad olsun,
Kabrin nur ile dolsun...

(*) ERSOY NECATİ - Halen İstanbul -Beşiktaş Sait Çiftçi Dispanseri baştabibidir.
(**) ÖZKAN Nazım - O dönemde Haydar Paşa As.Hst. Baştabibi halen emekli Tabip Tuğgeneral'dir.

Kayan Bir Yıldızın Ardından

Yayınlanma Tarihi : 22 Nisan 2010
1908´de Trabzon Lisesi´nde Boykot - Kudret EMİROĞLU
Yayınlanma Tarihi : 22 Nisan 2010

Trabzon İdadisi (Eski Trabzon Lisesi) 1887
Yayınlanma Tarihi : 22 Nisan 2010

Söyleşi: Anılarda Trabzon

Katılımcılar:
TBMM Eski Başkanı Necmettin Karaduman,
Trabzon Eski Belediye Başkanı Orhan Karakullukçu,
Türkiye İş Bankası Emekli Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kemal Sayıl,
Mimar Bekir Gerçek

Yayınlanma Tarihi : 22 Nisan 2010
Yayınlanma Tarihi : 22 Nisan 2010