Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
Trabzon Dergisi Sayı:1
Aralık 1987
Trabzon Lisesi gibi köklü geleneklere sahip bir öğretim kurumunda özellikle 1950'lerden önce okumuş olanlar çok şanslı kişilerdir. Her okulda olduğu gibi, Trabzon Lisesi'nde de, her dönem öğrencilerinin saymakla bitmeyecek güzel anıları vardır. 1950 yılı mezunları olarak bizlerin de, belleklerimizden hiç silinmeyen anıların sayısı az değildir. Bu anılarımızdan birinin, lisemizin bir kültür kurumu olarak gerçek işleviyle çok yakından ilgisi var. O da, 1950 Nisan ayının son günlerinde, Cyrano de Bergerac (x) adlı tiyatro oyununun öğrencilerce sahneye konmasıdır.
Lise Müdürü rahmetli Sırrı (Dadaş) Bilge'nin de yakın desteğiyle, öğrencilerden 15-20 kişilik bir grup, ders yılı sonuna kadar yetiştirilmek üzere, önemli bir tiyatro oyununun temsili için hazırlanmağa başladılar. Oyunu hem öğrenciler, hem de Trabzon halkı seyredecekti. Yapıt, Fransız yazarı Edmond Rostand'ın (1968-1918), Sabri Esat Siyavuşgil tarafından nefis bir Türkçe ile manzum olarak dilimize çevrilmiş olan Cyrano de Bergerac adlı oyunu idi.
Yönetmenliğini Edebiyat öğretmenimiz Halit Tanyeli yapıyordu. Oyunu seçen de oydu zaten. Hocamız, Cyrano'yu canlandırma, yani baş rolü oynama görevini bana vermişti. Oyunun enağır yükünü taşıyan Cyrano'nun söylediklerini hatırda tutabilmek için, yüzlerce sayfalık kitabı ezberlemek gerekiyordu. İşi hafife almak olanağı yoktu. Aylarca çalıştık. Lisenin salonu, bildiğiniz gibi, bu tür çalışmalar yapmaya çok elverişliydi. Elverişli olmaktan öte, özendiriciydi de. Dekorların düzenlenmesinde okulun bütün personeli seferber edildiği gibi, arkadaşımız Osman Gencalioğlu (Y.Müh.)da, üstün çizim yeteneklerini ve renk duyarlılığını kullanarak, sahnemizi, gıpta ile seyredilebilecek bir güzelliğe kavuşturdu. Birkaç ay süren çalışmalarımız boyunca, bir yandan da derslerimizi aksatmamaya, yaklaşan Devlet Olgunluk Sınavı hazırlıklarımızı hızla sürdürmeye özen gösterdik.
Cyrano de Bergerac, Trabzon Lisesi Konferans Salonu sahnelerinde, 21, 22, 23 ve 24 Nisan 1950 gecelerinde arka arkaya dört kez oynandı. Salonu dolduran seyircilerin büyük beğenilerini kazandık. Okul yönetiminin, öğretmenlerimizin, il yetkililerinin ve Trabzonlu hemşehrilerimizin övgü dolu sözleri, henüz 10'lu yaşların duyarlı coşkusuyla dolu benliklerimizde derin izler bıraktı. Ama, oyunculardan biri olarak, beni asıl duygulandıran ve göğsümü kabartan olay, o günlerde Trabzon'da bulanan eski başbakan Hasan Saka'nın Trabzon Valisi Necmettin Ergin ile birlikte temsilden sonra elimi sıkmaları ve beni kutlamalarıydı. Arkadaşlarımca da, uzun süre, adımla değil, "Cyrano" olarak çağrıldığımı anımsıyorum.
Şimdi elimde, bu temsilde birlikte görev aldığımız arkadaşlarım ve öğretmenlerimizle topluca çekilmiş fotoğraflar var. Aralarında kimler yok ki. Osman Gencalioğlu Christian, Selçuk Dikmen ise (Dişçi ya da Eczacı) Roxane rollerindeydiler. Lütfü Kırval (Dişçi) ise Comte de Guiche (Kont dö Giş)'i canlandırıyordu. Türkan, Nizamettin Algan (Dişçi) ve Nazmi Bilgiç (Maliyeci) de, temsilde çok önemli roller üstlenmişlerdi.
Temsilde önemli görevleri olmamakla birlikte, Ertuğrul (Atakan), Sedat (Semerci), Yılmaz (Ulusoy), Ali (Bulut), Neriman, Yücel Baykal, Turgut (Aydemir), Halil (Yüzbaşıoğlu), Orhan (Çolakoğlu) ve Baykara da (Bilge), oyunun sahnelenmesinde bizlere yardımlarını hiç eksik etmemiş arkadaşlarımızdı. Selçuk Dikmen ile soyadını anımsamakta güçlük çektiğim, ama "Dadı" rolüne çıkmış olduğunu unutmadığım Güngör, lisenin birinci sınıfında öğrenciydiler. Son sınıftaki bizler, sahne arkadaşlığının sağladığı yakınlık ve gerektirdiği dayanışma havası içinde, onlara ağabeylik etmek ayrıcalığına da kavuşmuştuk.
1947-1950 yılları, 2. Dünya Savaşı'nın ülkemiz üzerindeki bunaltıcı etkilerine karşın, lisemizin kültür konularına eğilmekten geri kalmadığı yıllardır. Lisedeki bu kültür canlılığı, yalnız okul yönetiminin ve öğretmenlerin değil, öğrencilerin ve anne ve babaların da yakın ilgilerinden, yeniliğe açık ve aydın düşünceli olmalarından kaynaklanıyordu. Bu yıllarda lisemiz, kentiyle bütünleşmiş, eğitim ve öğretim olgusunun çağdaş ve laik amaçlarını gereği gibi kavramış, bu konuda hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir olgunluğa erişmiş seçkin bir öğretim kurumuydu.
Trabzon'dan 1947 yılı sonlarında ayrılan eski okul müdürü Faik Dranaz, arkasında da, ölçüleri her bakımından bir hayli yüksek, disiplinli, öğretmen kadrosu ve öğrencileriyle örnek sayılabilecek bir lise bırakmıştı. 1947-1950 arası, bu sağlam yapının, varlığını henüz korumakta olduğu bir döneme rastlar. Saçı üç numaralı makinayla traş edilmemiş bir öğrencinin bile, hafta başı denetiminde okulun kapısından içeri sokulmadığı bir öğretim kurumunda, akademik değerleri ön planda tutmanın ne ölçüde büyük bir titizlikle izlenmekte olduğu kendiliğinden anlaşılabilir. O günün Trabzon Lisesi'nde okuyan kız öğrencilerin başları açık, saçları örülü ve kurdelelidir. Trabzon Lisesi herhaliyle Atatürk'ün özlemini duyduğu çağdaş ve laik Türkiye'nin simgesi ve öncüsü durumundadır.
İşte böyle bir ortamda, bir öğrenci oyununun, Trabzon gibi bir taşra kentinde önemli bir sanat olayı oluşturabilmesi, lisenin kültür konularındaki duyarlılığı, ilgisi ve geniş bakış açısının yanı sıra, Trabzonlu'nun temsile koşarak ve alkış tutarak yüksek düzeyini kanıtladığı değer sisteminin de bir sonucuydu. Orta öğretim düzeyinde olsalar bile, öğretim kurumlarımızın, içinde bulundukları yöreye kültür açısından neler kazandırabileceğinin güzel bir örneği olmuştur Cyrano de Bergerac. Bizi yönlendiren hocalarımızı saygıyla, katkıda bulunan okul arkadaşlarımızı özlemle anarım. (x) Sirano dö Berjörak diye okunur.
Faik DRANAZ
Trabzon Lisesi Eski Müdürü
Trabzon Dergisi Sayı:1
Aralık 1987
Kabataş Lisesinin İstanbul'da, Perapalas otelinde, 13.12.1985'te düzenlediği Faik Dranaz onur gecesinde şöyle bir konuşma yaptım ve toplantı salonundaki eski ve yeni tüm öğrencilerime dedim ki "ilk önce dünyanın en mutlu insanı ve öğretmeni olarak hepinizi selamlar, bin kez dünyaya yeniden gelsem yine öğretmen olurdum. Günün birinde Sayın Cumhurbaşkanı Kenan Evren'le karşılaşırsam ve işittiğime göre, sen eski bir öğretmen imişsin, ben sana Cumhurbaşkanlığını vereyim sende bana öğretmenliğini ver." dese teşekkür ederim, ben öğretmenlikten çok kıvançlıyım, onu hiç bir şeyle değişmem derim dedim. Ertesi gün bazı gazeteler Faik öğretmen, Cumhurbaşkanlığını kabul etmiyor diye yazılar yazdılar. Duyduğuma göre, kulakları çınlasın, Kenan Evren, İşte biz böyle öğretmenler istiyoruz demiş.
Öğretmenlik, gerçekten büyük bir ustalıktır. Rahmetli Şükrü Saraçoğlu'nun dediği gibi öğretmenlik: Tanrısal bir sanattır. Ulu Atatürk öğretmenliği nasıl övmüş, biliyoruz. Ben Perapalastaki konuşmamda kabataşlı öğrencilerime "Trabzon Lisesi, benim ilk gözağrısı çocuklarımın yetiştikleri okuldur" demiştim. Kabataşlı öğrencilerim, bu ilk gözağrısı deyimine üzülmüşler. Aslında tüm öğrencilerimi "ilk gözağrılarım" diye severim. Kastamonu, Sivas Liselerindeki öğrencilerim de ilk gözağrılarımdır. Benim için her çocuk her genç yetiştirilecek, eğitilecek bir yaratıktır, göz ağrısıdır. Size öğretmenliğin gizemini de vereyim: Başarılı olmak isteyen bir öğretmen, bir eğitici nelere dikkat etmelidir diye bir soru sorulsa derhal cevap veririm. Eğitici her konuda eğittiklerine kesinlikle güvenecektir. Biz Trabzon Lisesinde, tüm öğrencilerimize güvendik. Trabzon Lisesindeki başarılarımızı, öğünmek için değil, sizlerle iftihar ettiğimizi, gururlandığımızı dile getirmek için anımsıyoruz. Ben şahsen öğretmenliğin mükafatını çok gördüm. Öğrencilerimin sonsuz sevgileri, yüce kalplilikleri sınırsız vefakarlıkları bana yaşama gücü vermiştir.
Sadri KARAKOYUNLU,Emekli General (Trabzon Lisesi 1941 Mezunu) TRABZON Dergisi Sayı 2: Aralık 1988
Karanlık bir gökyüzünde bazan geride ışıktan parlak bir iz bırakarak meçhüllere doğru kayıp giden yıldızlar görürüz. Sanki bu yıldızlar da sonsuz bir yolculuğa çıkmış gibidirler. Çünkü onları bir daha görmek ve izlemek mümkün değildir.
Ahmet Faik Dranaz da kendisinin yarattığı gökyüzünden bir yıldız gibi sonsuza kayıp gitti. Fakat biz şimdi onun arkasında bıraktığı ışıklı izden nereye gittiğini görebiliyoruz.
İnsan yaşamının belirli süreleri içinde, geçiciliği kanıtlanmış bir ömrün daha anlamlı ve daha büyük amaçlarla taçlanmış olması, unutulmamak ve sonsuz zamanın sınırları içinde daima hatırlanmak mucizesini gösterir... Kanım odur ki, Ahmet Faik Dranaz böyle bir mücizenin yaratıcısı olmuş insandır.
10 Ağustos 1988 Çarşamba günü İstanbul Şişli Çocuk Hastahanesi'nde vefat eden, Ahmet Faik Dranaz, bu gökkubbede bir hoşseda bırakarak sonsuzluğa göçtü. Biz öğrencileri onu, bundan sonra seçkin kişiliği ile bıraktığı bu hoşsedanın kalplerimizde duyulan yankılarıyla hatırlayacak ve daima anacağız.
Ahmet Faik Dranaz, 1909 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde Akdeniz Adalar Vilayetinin Leros Kazasında doğmuştur. Anne ve babası Boyabatlı'dır. Kendisi de Boyabat nüfusuna kayıtlıdır. İlk, orta ve lise öğrenimini Kastamonu'da tamamladıktan sonra Galatasaray Lisesi'nde felsefe öğretmen stajiyeri olarak göreve başlamış ve daha sonraları Kastamonu, Sivas, Trabzon ve Kabataş Liselerinde Felsefe Öğretmenliği ve Müdürlük yapmıştır.
1948-1951 yılları arasında İsviçre Bölgesi Kültür Ateşeliği ve Öğrenci Müfettişliği Sekreterliğine atanan ve bu süre içinde NEUCHATEL ÜNİVERSİTESİ'nde "MUKAYESELİ DİNLER TARİHİ" üzerinde doktora yapan Ahmet Faik Dranaz'ın tezi Profesörünce onaylanmadığı için savunmasını yapamamış ve bu nedenle doktor ünvanı alamamıştır. Bu, onun içinde büyük bir dert olmuştur. Daha sonra İstanbul Etilerde ATA KOLEJİ kuruculuğunu ve müdürlüğünü yapmış, 1974 yılında yaş haddinden emekli olmuştur.
"FELSEFE KLAVUZU" ile "ÇAĞDAŞ FİLOZOFLARDA ÖLÜMÜN ANLAMI" çevirilerinden başka biyografik alanda ve bir roman türünde hazırlayıp anılarını topladığı ((DİYET 1)) ve ((DİYET 2)) adında iki eseri ile 1977 yılında bastırdığı "DORU BEYGİRİN SERÜVENİ" başlığını taşıyan bir öykü kaleme almıştır. Sağlığında bastırabilmek imkânını bulamadığı "DİYET 1" ve "DİYET 2" adındaki eserleri bütün yaşamı boyunca etki altında kaldığı olaylarla birlikte, öğretmen arkadaşlarının ve öğrencilerinin bir felsefe öğretmeni olarak karakter ve diğer yaradılış özelliklerini anlatan konuları kapsadığını bir konuşmasında ifade etmişti. Bu değerli eserlerin biz öğrencileri tarafından ele alınarak bastırılması, zannederim ki onun ruhunu huzur içinde bırakacaktır.
Ahmet Faik Dranaz, kuşkusuz Türk Milli Eğitiminin en seçkin bir siması ve idarecisi idi. Onun, bir felsefe öğretmeni olarak hayata atıldığı yıllar içinde görev yaptığı liselerde, kendisine özgü prensiplerle ne kadar büyük bir ad bıraktığı daima hatırlanmaktadır.
24 Nisan 1987 Cuma günü Trabzon'da 100'ncü kuruluş yılı törenlerle kutlanılan Trabzon Lisesi'nde, bir gün sonra düzenlenen Hamsili Pilav şöleninde, lise konferans salonundaki konuşmalar sırasında O'nu "En yaşlı öğretmen" olarak kürsüye çağırmışlardı.
Büyük bir alkış tufanı ile kürsüye gelen Faik hoca için, 24 Mayıs 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde ((TRABZON'DA 100 YILLIK LİSE)) Başlıklı yazısında Sayın Ord. Prof. Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU diyor ki; "İkinci gün lisenin konferans salonunda yapılan 100'ncü yıl kutlama töreninde en yaşlı öğretmen olarak sahnedeki kürsüye çağrıldığında büyük bir alkış tufanı koptu. Bu gösteri, Trabzonlu'ların ve en eski öğrencilerin kalplerini fethetmiş olmasının bir kanıtlydı. Kürsüde çok heyecanlandı, ancak bir kaç cümle söyleyebildi... Kalmakta olduğumuz lojmanda Sayın Faik Dranaz ile ertesi günü yeniden karşılaştık. Hukukçu arkadaşlarımın ve Belediye Başkanı'nın yanında bana "Hıfzı Veldet Bey, dün ben sizin hakkınızı yedim. "Şeyhül muallimin" diyerek beni takdim ettiler. Hal bu ki, siz benden yaşlı imişsiniz. Bunu Necmettin Karaduman'a da söyledim. O da sizin bu liseden mezun olduğunuzu bilmediğini söyledi" dedi.
Yanıt olarak "üstadım, siz bu lisede uzun yıllar görev yaparak yüzlerce öğrenci yetiştirmiş bir eğitimcisiniz. Ben lisenin bugün hayatta olan en eski mezunuyum. Bu nedenle orada sizi takdim etmeleri doğru ve yerinde idi. Benim adımı hiç anmamalarının önemi yok, üzülmeyiniz" diyerek, elimin üstüne koymuş olduğu elini, öbür elimle okşayıp içimdeki dolu, sevgi ve saygıyı belirtmeye çalıştım.
Ümit ediyorum ki öğretmenlik yaşamının en olgun çağında unutulmaz anılarla süslediği Trabzon Lisesi'ndeki uzun hizmetlerinin bir mükafatı olarak gösterilen bu candan ilgi, ona karşı duyulan sonsuz sevgi ve saygının en belirgin bir belirtisi olmuştur.
Ahmet Faik Dranaz'ın görev yaptığı liselerden yetişen öğrencilerin çoğu ister devlet hizmetinde isterse serbest hayatta olsun çok başarılı olmuşlardır.
Bu öğrenciler arasında T.B.M. Meclisi Başkanı, Bakan, Milletvekili, Vali, General, Genel Müdürlük yapmış olanlardan başka üniversitelerimizde çeşitli akademik kariyere sahip bir çok bilim adamı vardır. Serbest ticari hayatta da çok başarılı öğrencilerine rastlanmaktadır.
İşte O, yetiştirdiği bu insanların varlığı ile unutulmaz olmuş ve "YENİDEN VAROLMAK" gibi sonsuz bir mutluluğun sırrını bilmiştir. Diyebiliriz ki, O, bütün yaşamı boyunca bu amaca doğru hiç duraksamadan yürümüş ve sonsuza ulaşmıştır.
Ahmet Faik Dranaz, kendisini nasıl anlatmak istemiştir? Bunu çeşitli konuşmalarında, öğrencilerine ve arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, üzerinde ısrarla durduğu kendi karakter çizgileri üzerindeki anlatımlarıyla şöyle belirtmiştir. Bir konuşmasında kendisinden çok emin olarak diyordu ki "Tedbirde kusurum olmadığı sürece, Tanrı beni kollar, bunu biliyorum" yine çarpıcı bir ifade ile "Çocuklar Tanrı sevgisini kalbinizden eksik etmeyiniz. Tanrı sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır. Zira O, kâinatın halikidir. Her derdin çaresini bilir ve verir." demişti.
Öğrencilerin sevgi ve saygısı ile o kadar kuşatılmıştı ki, "Meğer ne talihli hoca imişim. Bakıyorum da yurt hizmetinde yarışa çıkmış insanların arasından nirengi noktalarına ulaşanlar hep görev yaptığım Liselerden çıkıyor" demekteydi. Bana yazdığı bir mektupta şu satırlara yer vermişti. "Hayatta benim kadar öğrencileri tarafından sevilen ve sayılan bir öğretmen çok azdır.
Bu inanç bana mutluluk veriyor ve inanınız ki, ömrümü artırıyor. Öğrencilerimden birini görmek beni tüm bunalımlardan uzaklaştırıyor, eski günlerimi anımsatarak yaşantıma taze güç katıyor."
Ahmet Faik Dranaz'ın eski günlerini anımsayarak anılarla yüklü geçmişindeki yaşama dönüşü onun anlatımıyla şu anlama gelmekte idi:
"Bence anılarıyla yaşayan bir insan kısacık ömrünü, derinlemesine uzatan bir insan demektir!"
4 Mart 1983 tarihinde bana yazdığı diğer bir mektubunda verdiği bir mesajla tüm öğrencilerine şöyle sesleniyordu: "Küçükken ya ilk ya da orta okullarda, "Usül-i Tahrir", İdadide "Anadolu Yuvası" diye kitaplar okurduk. Bu kitaplardan öğrendiklerimi hala unutamıyorum. Bize bir babaya nasıl mektup yazılacağını örnekleriyle gösterirlerdi. Ezberlediğim bir cümle şöyle idi.
"Veli nimetim Pederim efendim, bais-i hayatım, sebeb-i feyzi necâtım. v.s"
İşte bu cümlede geçen "bais-i hayatım" deyimini ben şimdi başta siz ve diğer tüm öğrencilerim için kullanıyorum. Beni hayata kavuşturan, ölümden sonra diriliş sırrını öğreten sizlersiniz. Hasta olduğumu öğrenince başta Necati Ersoy'u (*), Nazım Özkan'ı '(**) ve Bütün İstanbul hastahanelerini alarma geçiren en başta sizsiniz. Ben bu iyilik ve insanlık dolu ilgileri nasıl unutabilirim. Siz şimdi bütün alçak gönüllülüğünüzle "Aman hocam, bu bizim ilk vazifemizdi" diyeceksiniz. Ben sizinle daima övüneceğim. Çünkü eskilerin "Adam dedikleri kişilerin yetişmesinde karınca, kararınca, bir payım olduğunu bilirim."
Şubat 1983 ortalarında total bir felç geçirmiş olduğunu haber alınca, Trabzon Lisesi'nden öğrencileri olan yukarda adları yazılı değerli iki doktor arkadaşıma acele telefon ederek durumu bildirmiştim. Her ikisi de hemen harekete geçerek yaptıkları ani müdahale ve tedavi sonucunda Hocayı sağlığına kavuşturmuştu. Bu ilgi onu çok etkilemiş olacak ki, yazdığı mektupta yukardaki satırlara yer vermişti.
Büyük ölçüde sağlığına kavuştuktan sonra, yazdığı 15.IV.1983 tarihli mektubunda, "Vefakarlığının nasıl hayranıyım anlatamam, Nazım Özkan'la telefon konuşması yapmayınca içiniz rahat etmedi. Kullandığınız şu cümle beni mest etti: "Hocam diyorsunuz; "şimdi anlıyorum ki, siz kendinize ait değil, tamamen bize aitsiniz."
Bu sözdeki gerçek sevginin büyüklüğünü ancak sizin gibi şair ruhlu, bir insan dile getirebilir. Bana benden Yakın insanların bulunabileceğini ne güzel anlatıyorsunuz.
"Bana sahip çıktığınızı, özellikle sizin gibi çok sevdiğim öğrencilerimden duymak, her hocaya nasib olmayan müstesna bir mutluluğu belirtir. Sağolun, varolun. Ölürsem gam yemiyeceğim. Çünkü, henüz yaşamaktayken, sahipsiz olmadığını bilen tek kişi eski hocalardan biri olarak benim. İyi ki TRABZON LİSESİ'nde sizin gibi kadirşinas öğrencilere hocalık etmişim. Aslında mesleğimi iyi seçmişim. Önemli olan Öğretmenliği sevişimdir, diyordu. Hastalığından altı veya yedi ay önce İstanbul'da Mecidiyeköy'deki mütevazı evinde kendisini ziyaret etmiştim.. Bana şöyle bir anısını anlattı.
"Bana eski öğrencilerimden OMSA'nın sahibi İbrahim BODUR'un ortağı Avni KÖSEMAT şu sözleri söylemişti.. Ben bu sözleri yazmakla olduğum "DİYET-11" romanımda tekrarladım. Bu romanda tüm öğrencilerimin adı ebedileşiyor." Avni KÖSEMAT demiş ki;
"Hocam, sizin sırtınız hiç bir zaman yere gelmiyecektir. Sizin açamıyacağınız hiç bir kapı yoktur. Çünkü memleketi yöneten nirengi noktalarında sizin yetiştirdiğiniz kimseler görev almıştır. "İşte beni şımartan ve "Megalo-mani"ye sürükleyen bu gibi sözlerdir." Yukardaki sözle ilgili olarak yazdığı 4.IV.1983 tarihli mektubunda da şu satırlara yer vermişti;
"Dün Necati Ersoy'un yanındaydım. Çeşitli hastalıklarımı anlattıktan sonra gerçek hastalığımı ben biliyorum. Değme Ruh doktorları, Psikiyatristler bana teşhis koyamazlar, koysalar bile yüzüme karşı koydukları teşhisi söylemek cesaretini gösteremezler" dedim ve ekledim, "Benim hastalığıma buz gibi "Megalomani" derler ve ben bu hastalığımın nedenlerini de biliyorum. Çünkü beni devamlı olarak şımarttınız. Sorumlu olan sizsiniz. Tüm eski öğrencilerim sorumludurlar."
Hoca, Dr. Necati Ersoy'u çok sever ve mesleğindeki ehliyetini takdir ederdi.
Eşinden ayrıldıktan sonra birlikte oturduğu ablası Niyaze hanım bir gün kendisine eski öğrencilerinin bir hızır gibi imdadına yetiştiklerini görünce demiş ki; "Faik... Öldüğün zaman mezarda Münkir ve Nehir melekleri ile karşılaşacaksın. Sen yavaşça başını kaldıracak, sağa sola döndükten sonra diyeceksin ki; ikinizi de tanıyorum. Acaba hangi liseden mezun oldunuz?
Onlar ellerindeki topuzu bir yana atacaklar ve seni doğru Cennet'e getireceklerdir. "İnanıyorum ki ablası Niyaze Hanımın vurguladığı gerçek onun şimdi Cennet'te oluşudur.
Ankara'da bulunan eski öğrencilerinden bazıları hiçbir zaman kendisinden yakın ilgilerini esirgememişlerdi. O da bunun farkında olduğu için, bu öğrencilerini her zaman arar, sorar ve onları sırası geldiğinde takdirle anardı.
Bu öğrencilerinin başında, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Baş Denetleyicisi Necmettin Küçükker, Emekli öğretmen General Osman Feyzioğlu, o zamanki Milli Piyango Genel Müdürü ve şimdi İstanbul Ticaret Odası temsilcisi Cevat Kaani Üner, Eski parlamenterlerden Ömer Özen yine eski, şair ve avukat Şinasi Özdenoğlu, Danışma Meclisi Üyesi ve şimdi Atatürk Yüksek Kurumu Hukuk Müşaviri Avukat Kazım Öztürk ile Danışma Meclisi üyesi Mazhar Haznedaroğlu vardı.
Ankara'ya her gelişinde Trabzon Lisesi'nden arkadaşı emekli Coğrafya öğretmeni Sayın Faruk Caner'in konuğu olurdu.
Trabzon Lisesi'nin 100'ncü kuruluş yıldönümü kutlamaları için Trabzon'a davet edilince, doğruca Ankara'ya geldi. Kendisini Faruk Caner ve Avukat Kazım Öztürk ile ben garda karşıladık.
İkametine ayrılan Bulvar Palas'a getirdik.. Ankara'da kaldığı bir haftalık süre içinde Şinasi Özdenoğlu, Cevat Kani Öner, ben ve Kazım Öztürk hemen hemen her zaman yanında bulunduk.
Dikkat ediyordum. Hepimizin yüzüne dalgın dalgın bakarak sanki bizlere, bu Trabzon yolculuğunun, bir yılı aşkın bir süre sonunda, çıkacağı ebedi yolculuğun başlangıcı olduğunu anlatmak ister gibiydi.
O aramızda değil artık.
En iyisi şimdi biz, O'nun için duyduğumuz özlemlerin sıcaklığında erimeden, gittikçe büyüyen mesafelerle noktalanmış ayni yola itilen çaresiz yolcular gibi, onun gittiği yerde onunla buluşacağız.
Hocamız Ahmet Faik Dranaz'a, her geçen gün biraz daha yaklaşmış olmanın tesellisindeki lezzeti, yaşadıkça tadmasını bilelim..
Hocam ruhun şad olsun,
Kabrin nur ile dolsun...
(*) ERSOY NECATİ - Halen İstanbul -Beşiktaş Sait Çiftçi Dispanseri baştabibidir.
(**) ÖZKAN Nazım - O dönemde Haydar Paşa As.Hst. Baştabibi halen emekli Tabip Tuğgeneral'dir.